alevi katliyamaları

   
 


 

 

ana sayfa

radyo sohbet

amacımız

yayıncılarımız

pepuk kusu

sehid rıza

dersim 38

munzurbaba

dersim

dersim tarihi

dersim kayıp kızları

aliser

kocgiri

zazaca ögren

firik dede

behzat firik

baba bertal

ovacık

nazmiye

hozat

pertek

mazgirt

pülümür

çemişgezek

hz.ali

kerbala

12 imamlar

pir sultan

hacı bektaş

sarı saltuk

alevilik

alevi katliyamaları

şeh bedreddin

partizan şehitleri

maden ve yaşam

şiirler

filim izle

dersimbelgeselelri

kilipler

satranç oyla

eski türküler dinle

ziyaretçi defteri

 


     
 

                                    

Çorum Şehri yıllar boyu, Anadolu geleneksel mozaik yapısının bir örneği idi. Çorum Halkı, farklı etnik ve kültürel yaşam tarzlarına rağmen, barış içinde yanyana yaşarken, Şehir, 1980 yılı baharı ile birlikte patlamaya hazır bir bomba haline dönüşmüştü.

Çorum Şehri yıllar boyu, Anadolu geleneksel mozaik yapısının bir örneği idi. Çorum Halkı, farklı etnik ve kültürel yaşam tarzlarına rağmen, barış içinde yanyana yaşarken, Şehir, 1980 yılı baharı ile birlikte patlamaya hazır bir bomba haline dönüşmüştü. MHP’li Gün Sazak öldürülmüş, yine bir yerlerden düğmeye basılmış, olaylar başlamıştı. O acılı ve zorlu günlerde, olayları birebir yaşamış üç arkadaşımız, bize görgü tanıklığı yaptılar, yaşadıklarını anlattılar Cemal Kelik, olaylarının olduğu 1980 yılında 15 yaşında ortaokul öğrencisiymiş. Olaylardan kısa bir süre sonra da Çorum’dan ayrılmış.

Muzaffer Ergeldi, Çorum Olayları’nda 18 yaşında olan Ergeldi, Olaylar sırasında köyde yaşıyormuş. Bize, ilk gerginliğin Ramazan ayında köylerde başlamasının, önemli bir ayrıntı olduğunu söyledi .

Muharrem Erdem, Olayları Çorum’da yaşamış. Aslen Çorum’un köyünden olan Erdem, Olayların olduğu yıl 38 yaşındaymış ve Merkez’de öğretmenlik yapıyormuş.

Çorum nasıl bir kenti? Olaylardan önce verdiği görüntü nasıldı. Bize biraz anlatır mısınız?

Cemal Kelik; Genelde Kürt, Türk, Alevi, Sünni köyleri karışık ya da yanyana, ama sorunsuz yaşıyorlardı. Herkes birbirine saygılı idi. Alevi Sünni Sorunu gibi bir sorun olmamıştı. O zamanlar sorunlar ‘sağ sol’ meselesinden çıkardı. Çorum ikiye bölünmüştü. Birinci Olaylar’dan sonra, Sünni Vatandaşlar bile evlerini terk etmek zorunda kaldılar.

İkinci Olaylar’la birlikte Çorum’da artık barış ortadan kalmıştı, artık ‘sağ sol’ meselesinin yerini ‘Alevi Sünni’ meselesi almıştı. Olayların başlamasına neden olanların amacı da zaten bu idi ve nitekim bunu da başarmışlardı.

Muharrem Erdem; Çorum Şehri, Ankara ile Samsun arasında yer alır. Sanıyorum o zamanki nüfusu, 100 bin civarında idi. Etnik yapı itibarı ile Alevi, Sünni, Kürt, Türk, Çerkez karışık bir Şehir’di. Olaylar’dan önce Halklar’ın arasında herhangi bir düşmanlık yoktu. Farklı olmalarına rağmen, herkes birbirine saygılı yaşayıp gidiyordu. Ama olaylardan sonra, herşey değişti. Örneğin Sünni Bölgeleri’nde yaşayan Aleviler göç etmek zorunda kaldılar

Olaylar başladığında nerede idiniz?

Kelik; Olaylar başladığında dışarıda idim. Akşama doğru ‘cami yakılıyor’ diye bir söylenti yayıldı. Zaten Çorum ikiye bölünmüştü. Sağcıların ve solcuların gittikleri okullar bile ayrı idi. Olaylar’dan sonra artık bu iyice arttı. Olaylar’ın başlaması ile birlikte barikatlar kurmak zorunda kaldık.

Ergeldi; Köyde yaşıyordum o sıra ben. Yozgat istikametinden otobüslerle Ülkücüler’i getirip, halka saldırttılar. Birinci Çorum Olaylar’ı çıktıktan sonra, yollar kapatıldı. Yiyecek, çay, sigara sıkıntısı başladı. Halk olarak kendi gücümüzle savunmaya çalıştık kendimizi.

Erdem; Ben Çorum’un içinde idim. Kentte, Polis’e bağlı güçlerin yarattığı gergin bir ortam vardı. Amasya‘daki 1 Mayıs gösterilerilerine gidiyorduk. Polis ve Asker yolu kesti. Polis, bizi bir odaya doldurdu ve dövdü. Halbuki 1 Mayıs yasaldı. Polis’in buna benzer yoğun tahrikleri vardı. Örneğin Polis, Eti Ortaokulu’nda okuyan gençler üzerinde hergün oyunlar oynuyordu. Tahrik edip, olay çıkartıyordu.

Olaylar’dan kısa süre önce Gün Sazak öldürülmüştü. Bu haberle birlikte ortalık iyice gerilmişti. Herkes tedirgindi. ‘Her an olay çıkacak’, diye bekliyorduk artık. Bu yüzden de önlem almaya çalıştık. İyi ki de alınmış bu önlemler. Yoksa çok daha büyük bir katliam yaşanabilirdi. ‘Alaaddin Camii bombalandı’ söylentisi ile başlayan olayların ardından, bir taksi ana caddeden çevreyi tarayarak geçti. Zaten herşey böyle başladı. Bir anda ortalık ana baba gününe döndü ve kaos başladı.

Olaylar sırasında Güvenlik Güçleri’nin ve Polis’in durumu nasıldı?

Kelik; Askerlerle bir problemimiz yoktu. İkinci Olaylar, ‘camii yakıldı’ söylentisi ve bir kaç tane polisin içip, içip sokağa çıkmaları ve havaya silah sıkmaları ile başladı. Olaylar başladıktan sonra evler yakıldı, yakınımızdaki camiiden atılan kurşunlarla arkadaşlarımızı, tanıdıklarımızı öldürdüler.

Asker’le bir sorun olmadı ama Özel Tim ortalığı karıştırıyordu. Sivas’tan Özel Tim getirilmiş. İşte o zaman insanları taramaya başladılar.

Erdem; Bu tahrik tamamen sivil polis tarafından yapıldı. Bizim bölgedeki bütün polis şehir dışına çıkartılmış. Halkın kendisini savunmasından başka alternatif yoktu. İnsanlar birbirleri ile o zamana kadar olmadığı kadar dayanışma içinde davrandı. Çorum halkı, ilerici, demokrat güçlerle elele vererek kendisini savundu. Eğer bu sağlanamasa idi, kayıplar çok daha fazla olurdu. Saldırıların olduğu günlerde, bir geceyarısı, yakındaki tepelerden üzerimize susturucu takılmış silahlarla kurşunlar yağmaya başladı. 20-30 kişi tepelere doğru koşmaya başladık. Tepelere varıp, onları püskürttük. Hemen ardından, ortaya ordu birlikleri çıktı. Çevremizi sardılar. Bizi suçlamaya başladılar. Nerede ise biz kendimizi savunduğumuz için suçlu duruma düşürüldük. Püskürttüğümüz grup, bütün gün Aleviler’in evlerini ateşe verdi. Yangın söndüren araçların önünü polis kesti ve yangın yerine girişlerini engelledi. Asker, yanan evleri sadece seyretti. Düşünün, sayıları onbinlere varan, sürü halinde bir kalabalık, halkın üzerine ‘allah, allah’ sesleri ile saldırıyordu. Böyle bir saldırı gerçekten beklemiyorduk.

Kimdi bu saldıranlar?

Erdem; Saldıranlar, dışarıdan da getirilen MHP kökenli ülkücü Güçler’di. ‘Sağ sol’ çatışması havası verdiler önce. Sonra ‘Alevi Sünni’ çatışmasına dönüştürülmeye çalışıldı. Bu süreçte Çorum Halkı iyice siyasileşti.

Kelik; Halk’la bir çatışma yoktu. Polis’le çatılışılırdı. Gerilim artınca Çorum Halkı da Polis’e tavır almaya başladı. Daha önce hiç bir şeye karışmayan, solculara kızan Normal Vatandaş da Polis’e tavır alması gerektiğini anlamıştı. Asıl suçluların kim olduğunu görmüştü Halk.

Ergeldi; Ortada Güvenlik Gücü, diye bir şey yoktu. Asker öylece duruyordu. Ramazan Ayı’nda ilk gerilim başladı. Biz ekmek kavgasında olan insanlardık. İş, ekmek, eğitim istiyorduk. Önce ‘sağ sol’ meselesi ile başlatıldı. Sonra ‘Alevi Sünni’ kavgasına dönüştürüldü, gözümüzün önünde yakınlarımızı kaybettik.

Son dönemlerde yine benzer oyunlar oynanıyor. Aynı senaryo farklı versiyonlarla yazılıyor. Size göre bunun nedeni nedir?

Erdem; Devlet, Osmanlı zihniyetini yaşıyor hala. Derin Devlet, İslam ve Türkçülük çerçevesinde kimi zaman dini, kimi zaman milli duyguları öne sürüyor. Çorum Olayları’nda İlericiler ve Demokratlar ile Halk bir arada hareket edemese idi ve saldırganları püskürtmese idik, Devlet hiç de ortada görünmeyecekti.

Demokrasi Güçleri ne zaman bir araya gelip biraz güçlenmeye başlasa, Devlet aynı taktiğe başvuruyor. En ufak hak talebi, bugün bölücülük olarak adlandırılıyor. Aslında Derin Devlet’in kendisi bölücü. Çünkü çıkarları tehlikeye giriyor. Ordunun harcaması kontrol edilmeyen tek ülke Türkiye. Bunun söylemek, telaffuz etmek bile suç oluyor.

Kelik; Devlet ve Devlet’in polisi tahrik ediyor. O zamanlar, Türkeş her tarafta yaptığını Çorum’da yapamıyordu. Bunu kırmak için yaptılar. Böylece halkı sindirmeye çalıştılar. Ergeldi; Yine benzer olaylar yapılmaya çalışılıyor. Bundan halkın bir çıkarı olamaz. Birileri bu işlerden çıkar sağlamaya çalışıyor, kargaşadan medet umuyor. Bu oyunları çok akıllıca, yeni çağa göre, döneme göre yapıyorlar.

Siz Ülkeniz’i bu insanlara göre daha az mı seviyorsunuz?

Kelik; Biz Ülkemiz’i seviyoruz ve barış içinde kardeşçe yaşamak istiyorduk o Ülke’de. Ben olaylarda sonra ayrılmak zorunda kaldım. Zaten kısa süre sonra12 Eylül Darbesi yapıldı. Korkuyorduk. Demokrasiden yana olmak, İlerici olmak, Alevi olmak bizim korku içinde, tedirgin yaşamamız demekti. Suçu olmayan insanların üzerine saldırmak ve onları evlerinden barklarından etmek, vahşice öldürmek, vatanseverlik olamaz.

Ergeldi; Öyle acı ve korku dolu günler tekrar yaşamak istemiyoruz biz. O toprağa düşmanlık ekmek herkese zarar verir. O toprağa birileri düşmanlık ekmek istedi.

Erdem; Ben Ülkem’i çok seviyorum. Benim atalarım Kurtuluş Savaşı’nda bu ülkeyi savunmuşlar. Şimdi ‘sözde vatandaş’ deniliyor bu insanlara. İnkar Politikası, Devlet’i suç işlemeye yöneltiyor. Halk’a karşı suç işliyor Devlet.

20-05-2005



MARAŞ KATLİAMI (24 ARALIK 1978)

Maraş Katliamı iki solcunun öldürülmesiyle başladı. Katliam 23 ve 24 Aralık 1978'de gerçekleştirildi. Katliamın hazırlık süreci 8 ay öncesine kadar gitmektedir.

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in çeşitli dönemlerdeki konuşmaları ve MHP'nin Maraş'taki etkinlikleri katliama örnek delillerdir. Katliamdan bir hafta önce, Alevilerin ve solcuların çoğunluk olarak yaşadıkları semt ve mahallelerde görevli olduklarını ifade eden bazı kişilerin "tuhaf" bir nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek evleri dolaşarak, evlerde kaç kişinin yaşadığı gibi sorular sorarak ve evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapıları kırmızı boya ile işaretlemişlerdir. Bazı belgelerde ise PTT görevlileri olduklarını söyleyen kişiler, mektupların kaybolmasını engellemek için bir çalışma yaptıklarını söylemek suretiyle kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. Bu işaretlemelerin amacı, Alevi ve Solcu evlerini belirlemek ve kendi yandaşlarına zarar vermemektir.

Çiçek Sineması Olayı:

Maras KatliamiÜlkücü Gençlik Derneği tarafından getirilen "Güneş Ne zaman Doğacak" adlı film 16 Aralık 1978'de Çiçek Sineması'nda gösterime sokulur. 19 Aralık Günü 20.00 seansının sonuna doğru tesiri az bir patlayıcının patlamasıyla bir tahrik başlar. Salonda film sırasında sık sık "Müslüman Türkiye" "Milliyetçi Türkiye" “Koministler Moskova'ya”, "Başbuğ Türkeş" gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, "Bunu solcular attı" yollu söylemleriyle diğer izleyicileri de tahrik etmek suretiyle PTT ve CHP binalarına slaganlar atarak yönelmiş ve saldırılarda bulunmuşlardır.

Polisin olaya el koyarak, olayın ülkücüler tarafından gerçekleştirildiğini ispatlaması sonucu bazı kişiler gözaltına alınır. Patlamanın arkasındaki kişinin Ökkeş Kenger olduğu anlaşılır.

20 Aralık'ta akşam saatlerinde "Alevi ve Solcuların çoğunlukla gittiği Yeni Mahalle'de bulunan Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Sonraki akşam bir başka patlamada sağ görüşlü Güngör Gençay adlı birisinin evine atılır. Aynı akşam (21 Aralık 1978) Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Solcu olarak bilinen öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde yaşamını yitirirken Mustafa Yüzbaşıoğlu'da hastaneye götürülmesine rağmen kurtarılamaz. "solcu" öğretmenlerin cenazeleri önce Maraş Lisesi önünde, ardından da beşbin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami'ye doğru yola çıkar. Bu arada faşist ve sağcı gruplar cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylerden adam getirmek için "Koministler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım ” yollu çağrı propagandalarda bulunurlar. Öte yandan Maraş Müftüsü de resmi araçlarla kenti dolaşarak Sünni halkı kışkırtmıştır.

Devlet Hastanesi Başhekimi'nin, Cumhuriyet Savcısı'nın zorlamasına rağmen cenazeleri Cuma namazının bitimine denk getirmesi, işlemleri geciktirmesi başka bir soru işaretidir.

Cenaze kortejinin camiye doğru giderken polis ve askerler pankartlara kadar her şeyi toplarlar. Cenazeler camiye yaklaştığında toplanan saldırganlar "Komünistler Moskova'ya, Katil İktidar" sloganlarıyla saldırıya geçerler. Üzerlerinde bulunan taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırmalarının ardından polisin grupların arasından çekilmesi ve jandarmanın yetersiz olmasıyla cenaze korteji dağılır ve cenazeler sahipsiz kalır. Cenazeler askerler tarafından Devlet Hastanesi morguna kaldırılır.

Gruplar halinde kent içine yayılarak Aleviler’in yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldıran faşistler önlerine çıkanları dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamışlardır. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan ederek silahları alırlar. Sokak aralarındaki çatışmalarda üç saldırgan hayatını kaybeder. Geç saatlere kadar süren çatışmalar, askerler tarafından denetim altına alınır. Bu arada 100'e yakın işyeri tahrip edilmiştir, yıkılmıştır.

Alevi ve Solculara Yönelik Toplu Katliamlar:

Maras KatliamiFaşist gruplar, cenaze töreninden sonra nasıl bir saldırı planı hazırlayacaklarını ve saldırı için kullanacakları sopa, demir çubukları, kazma, kürek, benzin ve gaz gibi malzemeleri temin ederek belli evlerde saklamaya hazırlanıyorlardı.

23 Aralık günü yapılması planlanan saldırıda halkın da yer alması için camilerde ve belediye hoparlöründen, "Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar" yönlü çağrılar ve duyurular yapılmaya başlanır.

Aleviler’in yaşadığı mahallelerde otomatik silahlarla saldırılar başlarken, bir yandan da işaretlenen evlere benzinli gazlı, yanıcı maddeler atılmaya başlanır. Ardından evlere girilerek kadın, çocuk demeden linç, tecavüz ve işkenceler başlar.

Polisin ve askerlerin bir haftadır başlayan ve son günlerde yoğunlaşan hazırlıklara yeterince önlem almamaları veya genel geçer önlemler alarak hareket etmesi saldırganların kentte istedikleri gibi hareket ederek Maraş'ı ele geçirmelerine neden olur.

Katliamı gerçekleştirenler, kadınlara tecavüz ederler, hamile kadınların karınlarını deşerler, kundaktaki çocukları bağazlarlar, kurşun sıktılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ederler, kadınların memelerini keserler. Çocukları gözlerinden şişlerler, insanları baltalarla saldırıp öldürürler.

Saldırganların "Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, ”kadınlarımızı katlediyorlar, Camileri ateşe veriyorlar" biçimindeki propagandaları yüzünden daha önce tarafsız kalan birçok Sünni kökenli vatandaşlarımız da olaylara katılmaya başlamışlardır. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak Mahallelerinde bulunan cami imamları da propaganda ve saldırılarda yer alırlar. Mahalle muhtarı olaylara katılmayanları zorlayarak silah, patlayıcı ve yanıcı maddeler toplar. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat ve silahlar taşır mahallelere. Saldırganlar işaretli evlerin yanında YSE binası, Sağlık Ocağı, çarşı Karakolu ve Sağlık Müdürlüğünü, işgal edip yakarlar.

Bir çok mahallede, sokakta, evde, polisler hiçbir şeye karışmazken, askerler son anda saldırıya uğrayanları kurtarmaya çalışırlar.

Askerlerin ellerinden sığınanları alıp kurşuna dizen saldırganlar, Sağlık Ocağından, Devlet hastanesine getirilenleri kurşuna dizmeye, öldürmeye başlarlar.

22 Aralık'ta faşistler tarafından başlatılan katliam beş gün sürmüştür. Devletin tüm kurumları, yetkilileri ve güvenlik güçleri durumu kontrol edememişlerdir.

Kent dışına kaçışlar çoktan başlamıştı. Öte yandan aileleri, yakınları, çocukları Maraş'ta olanlar da kente girmeye çalışıyorlardı. Katliamda rahat hareket edenler MHP'li taraftarlardı. Katliamın ganimetini de onlar topluyordu.

Meydanları kontrol etmeyi başaran saldırganlar "Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, Din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı'nın kellesini isityoruz" sloganları her yanı kaplamıştı. Askerlerin tüm önlem ve kuşatmalarına rağmen faşistler Hükümet konağında bulunan ve oraya sığınanları katletmek istiyorlardı.

Olayları, katliamı yakından izleyen ve faşistlerin kellesini istedikleri İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ise, katliamın, solcuların tahrik etmesi sonucu çıktığını söylemekteydi. Özaydınlı bu sırada bir de Türkeş'i ziyaret ederek, alınacak önlemleri konuşuyordu. Olaylar Türkeş'in tam da istediği gibi gelişiyordu zaten... Türkeş "Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır” derken, hükümette ülkücüleri bu gözle görüyor ve koruyorlardı. Öte yandan askerlerin olayları önleme çabalarına yanıt olarak "komünist asker" sloganları bile atıyorlardı. Öyleki jandarma Alay Komutanlığı'nı bombalama eylemi bile gerçekleştirmeye çalışmışlardı.

Sağlık Bakanı Mete Tan, Türkoğlu İlçesi yakınında ülkücüler tarafından durdurulur, taş ve silahla beraberindeki konvoya saldırılarda bulunulur. Güvenlik güçleriyle saldırganlar arasında pazarlıklar yapılır. Bakan , ancak bu pazarlıktan sonra Maraş'a girebilir.

Aynı biçimde Topçam ve Karabıyıklı köyü yakınlarında Adalet Bakanı Mehmet Can, Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur ve Devlet Bakanı Salih Yıldız'ın da önü kesilir, silahlı ve taşlı saldırılara uğrarlar.Güvenlik güçlerinin müdahalesi saldırıyı engeller, ancak, Bakanlar Maraş'a korku içinde girebilmişlerdir.

Kentte yangınlar sürüp, sokaklarda cesetler kokuşurken, faşistler ise "Yaşasın Başbuğ Türkeş" propagandalarıyla sokaklarda dolaşıyorlardı.

Maraş'a gelmenin ötesinde ancak Hükümet Binası'ndan çıkamayan Bakanlar ve Milletvekilleri bir ortak bildiri hazırlayarak barış çağrısında bulunurlar. Olayların bitmesi ve kayıpların daha da büyümemesi yönünde ifadelere yer verilen bildiride, “Şerefli Türk Ordusu'na ve Güvenlik Kuvvetlerine yardımcı olunuz, evlerinizde istirahat ediniz” deniyordu. Ayrıca Milletvekilleri olayların tamamen durması için Maraş Müftüsü'nünde konuşmasını istemelerine rağmen Müftüye ulaşmaları mümkün olmaz.

Maraş Katliamı'nı gerçekleştirenler çatışmaları çevre köylere de taşırıyorlar. Köylüleri "Maraş'taki solcular, koministler, Aleviler birleşerek camileri bombalıyorlar, mahallelerde Sünni müslümanların evlerini tahrip ediyor ve yakıyorlar. Kadınlara-kızlara tecavüz ediyorlar. Alevi köylerinden silahlı militanlarını Maraş'a getiriyorlar. Biz de Maraş'a giriş yollarını kontrol edelim. Bir bölümümüz de Maraş'ta direnen kardeşlerimizin yardımına gidelim" biçiminde kışkırtmalarla çevre Sünni köyler de olayların içine çekilmişlerdir. Bunun sonucunda çevre yolların giriş ve çıkışlarını kontrol altına alanlar da yolcuları sorgulamaya, Alevi olanlara işkence yapmaya, bazılarını da öldürmeye kadar götürmüşlerdi işi.

İmamların Rölü ve Kini: 22 Aralık günü Cuma namazında Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız'ın söyledikleri olayın dincilerle, faşist ülkücülerin nasıl bir araya geldiklerini ve ortak hedeflerini nasıl örtüştürdüklerini göstermektedir. Kara İmam, Cuma vaazında "Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır" diyor. Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, "Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun" diyorlardı.

Maraş'ta bu tahrik ve propagandalar, tertipler katliam, yakma yıkmalar, 25 Aralık gecesi ancak durdurulabilir. Olaylarda 111 kişi ölmüş, binin üzerinde insan yaralanmıştır. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edilmiştir. Olayların ardından Alevi nüfusunu, yüzde 80'inin Maraş'ı terk ettiği istatistiklere geçmese de biliniyor.

DEVLETE GİZLİ BİR RAPOR

Maras Katliamiİçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş Katliamı’nın gün ışığına çıkartılması için özel bir ekibi görevlendirir Özel ekip ayrıntılı raporunu İçişleri Bakanı’na sunar. Ancak raporun içeriği gizli tutulur. Gündem Dergisi , bu raporu elde etmiş, bazı bölümlerini yayınlamıştır. Raporun yayınlanan bölümü şöyle:

“18.12.1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir. Atılacak dinamit için Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci başkan Leblebici Ankara’ya hareket eder...

“15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filminin parçası gösterilmişken ve ayrıca yedek olarak sırada iki film daha bulunurken, Adana Maraş ÜGD Şubesi’ne gelen iki şahsın getirdiği bu film (‘Güneş Ne Zaman Doğacak’), 16 Aralık’ta aniden gösterime sokulmuştur...

“Patlama sesinden sonra ilk kaçan Salman Ilıksoy’un peşine düşülür. 40 metre sonra yakalanır ve çarşı karakoluna götürülür. Bu sırada patlama olayını ve bombayı atanı gördüğünü ve tanıdığını ifade eden Cuma Avcı isimli şahıs da karakola getirilir... Salman Ilıksoy, polis memuru Mahir Güney ve polis memuru Hasan Aydın, ‘Bombayı atanı tanırım’ diyen Cuma Avcı’nın karşısına çıkarılır. Cuma Avcı ortada bulunan polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek, tanıdığını bildirir. Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı’nın ikazı üzerine ikinci kez polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek tanıdığını bildirir. Teşhise katılan dışarı çıkartılır. Konu için zabıt tutulmaz. Bu arada tanık Cuma Avcı’ya, ‘o polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi?’ gibi şeyler söylenir. Sonra Salman Ilıksoy yine amir odasına teşhis için alınır. Ve tabii Cuma Avcı bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder. Son olarak, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz’ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir...

“Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli...isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir.

“19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerin günlük kayıtlardaki isim listesine göre (..) aynı isme sahip kimi kişilerden, meslekleri bir seferinde terzi, bir seferinde çiftçi gibi değişik kayıtlar alınmıştır. Bunun dışında raporda, o günlerde herkesin dikkatini çeken Milli Piyangocularla ilgili ilginç bilgiler vardı. ‘Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Oteli’nde 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendilerini Milli Piyangocu olarak tanınan 26 değişik isimli şahısların Milli Piyango İdaresinden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit ne de seyyar bayii olmadıkları anlaşılmıştır. Yine ekte bulunan 013 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerinde çekiliş yapıldığı anlaşılmıştır. Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olmayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.

“Milli Piyangocuların Kahramanmaraş’a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşitli yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu.

“22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi daha yapılmıştır.

“İskenderun Demir-Çelik İşletmesi’nde çalışan Alaattin Eryaman isimli şahıs, Kahramanmaraş İli 3050 numaradaki şahıs ile konuşurken, 3050 numaradaki kişinin, ‘Benzinlikte toplandık, mahallelere saldırdık’ dediği öğrenilmiştir.

“Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla aramıştır. Yapılan bu telefon konuşması sırasında, Adana’daki şahıs, ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ demiştir. Muhittin Turgut, ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını vermiştir”

Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında katliamı planlayıp, uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi yasal parti ve örgütlerle ETKO, Kontr-gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçer. Bu isimler sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında ve güvenlik görevlilerinin raporlarıyla, basında çıkan haberlerde yer alır.

Yaşayanların Ağzından Katliam

Maras KatliamiMeryem Polat: “Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler.

Kamil Berk: "23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,... sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresi’ni geçerek Ahmet Tabak’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır ‘Dağı’na doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP‘ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı”

Yeter İşbilir: ”Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun?’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi, ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor?’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.”

Maviş Toklu: “24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim?’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun?’ dediğimde ‘Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.

“Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi Görkem, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan... Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Usta’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Usta’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Usta’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım...”

Maras KatliamiAsker tanıklardan Yüzbaşı Timur Şen “Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesi’nin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi), şehirden gelip Askeri Gazino’ya çıkan yola (Enstitü Caddesi), Vilayet Konağı’na çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesi’nin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesi’nin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanı’na bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanı’nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,

“Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesi’nden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri” bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanı’na rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, ‘Söyle, biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine Belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,

”Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesin’in bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra), iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakolu’na gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını”ifade ediyor.

BASINDA KATLİAM

Hürriyet( 26.12.1978)

“Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör...Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulunduğu, askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesi’ne giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.

“Mağaralı Mahallesi’nde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahasında yapıldığı öğrenildi. 2500 kişilik seyyar mutfak Ankara’dan getirildi.

“Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, ‘Maraş Müftüsü’nün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını’ öne sürdü”

Cumhuriyet: (25.12.1978)

“24.12.1978 sabahı saat 10.15 sıralarında sağcı gruplar, sokağa çıkma yasağına karşın kentin sokaklarında birikmişler; bin kişilik bir grup Vilayete yürümeye başlamışlardır. Topluluğun dağılmasını isteyen jandarmalara saldırınca aralarında çatışma çıkmış, jandarmalar havaya ateş etmek zorunda kalmışlardır. Ve beş bin mermi yakılmıştır. Sağcıların ellerinde Amerikan yapımı M.1. piyade tüfeklerinin bulunduğu, Vilayete yakın bazı binaları ateşe vermişlerdir.

“Yakınlarını kayıp eden çok sayıda yurttaş, vilayet önüne gelerek ‘Biz bu şehirden gitmek istiyoruz. Bize yardım edin, asker değil, şehri terk için araç istiyoruz’ diye bağırıyorlardı.

”YSE Bölge Müdürlüğü’nün binası, sağcı saldırganlarca işgal edilmiştir. Orada silah dağıtıldığını, Yörükselim, Yeni Mahalle ve Sakarya Mahallesi’nde iki günden beri mahsur kalan kişileri kurtarmaya giden polislerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açılmıştır.

“Yapılan saldırılardan sonra acilen evlerde kadın ve çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerinin ateşe verildiği bildirilmiştir.”

Aydınlık (16.01.1979)

“Evimize saldırmışlardı, kaçtık. Mecburen Mahmut Kuşat’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk. Bize, ‘Biraz sonra geleceğim’ diyerek dışarı çıktı. O sırada telefon çaldı, telefonu açtım. telefona çıkan şahıs, ‘Ben Ahmet Yıldız’ım dedi ve Mahmut’u sordu. Kendisine ‘Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu’ söyledim. ‘Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük’ dedi.’Elimize geçen kominist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz. Nusret (Nusret Kusat, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi. Burada pek gözükmemesi için gönderdim. Herhalde eve gelir. Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Aleviyi çevirdiler. Durum iyi. Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hiçbir Alevi komünist sağ bırakmayacağız. Sizin orada durum nasıl?’ dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.

“Hemen Vilayeti aradım. çıkan komutana, ‘15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler’ dedim. Eğitim Enstitüsü’ne de telefon ettim. Bizi kurtarmaları için yardım istedim. 15 dakika kadar sonra zil çaldı. İçeri Mahmut Kuşat girdi. Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin Diker’le görüştü. ‘Ağabey Komünist Alevilerin seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın’ dedi. Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk”

Davanın Sonucu ve Yargılanmalar

Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi’nin gerekçeli kararı şöyledir:

804 kişi hakkında dava açılır. Bu sanıklardan 29’u ölüm cezasına, 7’si müebbet hapse; 7’si 15-24 yıl arasında, 29’u 10-15 yıl, 259’u da 5-10 yıl arasında, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası almışlardır. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düşerler. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Kanlı Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu.



2 TEMMUZ 1993 Sivas Şehitleri

Asim Bezirci Asaf Kocak Nesimi Cimen
Muhlis Akarsu Muhibe Akarsu Behcet Aysan
Hasret Gultekin Edibe Sulari Ugur Kaynar
Erdal Ayranci Metin Altiok Gulender Akca
Gulsun Karababa inci Turk Carina Cuanna
Huriye Ozkan Handan Metin Koray Kaya
Mehmet Atay Muammer Cicek Sait Metin
Belkis Cakir Murat Gunduz Menekse Kaya
Nurcan Sahin Ozlem Sahin Serpil Canik
Serkan Dogan Yasemin Sivri Asuman Sivri
Sehergul Ates Yesim Ozkan Ahmet Ozyurt

 

GAZİ  MAHALESİ KATLİAMI

 

Alevi inançlı ve düzen mühalifi insanlarımızın yoğun olarak yaşadığı Gazi Mahalesinde devlet destekli gerici faşistlerin pastene ve Kaveleri taradılar taranan Kahvelerde insanlar katledildi.

Saldırganlar elini kolunu salıyarak herhangi bir devlet engeliyle karşılaşmadan ortadan sır oldular.

Acılarını haykıran mahale halkı guvenlik güılerinin mahale halkına karşı anti Demokratik hukuk dışı bir gücün tüm özellikleriyle ile mahalle halkına saldırdılar cobladılar panzerlerle kitlenin üstüne gidip insanları kurşunladılar. Oturduğu Kahveleri taranan halk susmadığı için güvenlik güçlerinin saldırısına uğrayan yine mahalle halkı oldu.

Devleti yönetenler Gazi mahallesindeki olayları dış mihraklar demogojisiyle izaha çalışdılar halkı saldırgan güvenlik güçlerini mağdur ilan etiler sokağa çıkma yasağı ilan ederek sansörle basının faliyetini kısıtlayarak kamu oyunun gerçekleri öğrenmesini engelediler. Yaralıların zamanında tedavisini engelediler yaralılardan boş kağıtlara imza atılması istendi. Acılı mahalle halkının tepkilerine demokratik yöntemlerle yanaşmayan Devlet cenazelerin toplu kaldırılmasını engelemeye çalışarak demokratik kurunları işlevsiz hale getirmeyi planlıyarak gerginliğin dahada tırmanmasına neden oldu Umraniyedede yeni katliamlara zemin yaratılarak ölü sayısının dahada artmasına yolaçıldı geriye ne kaldı yakınları ölen buruk ve kırgın insanlar bu nasıl devlet diye sorgulayan
yaralılar hala ne olduğu meçul kayıp idaları yakılmiş yıkılmış harebeye dönmüş yerleşim alanları. 

Devlet açısındanda hiç birşey olmamış gibi görevine devam etirilen içişler Bakanı Vali emniyet müdürü yaşananları basit bir kaza gibi geçiştirilmek istercesine  sadece bazı katilerin görev yerleri değiştirildi. Gazi mahalesindeki Katliam tamamen Devlet tarafaından hazırlanmış bir Katliamdır. Onlarca insan Polis kurşunlarıyla öldü onlarca kayıp insan var. Tüm bu katliamları yapan eli kanlı katilerini devlet bir de mukafatlandırdı elikanlı Istanbul emniyet müdürü Necdet menzir millet vekili olarak Parlemontoya girdi. Gazi mahalesi mahkemeleri ilden ile dolaştırıldı. Insanları bezdirip davanın akışını istedikleri gibi karara bağlemak için? Evet işte devlet Gazi katliamının sorumluları devlet ve gerici Faşist Yobazlardır. Devletin tum Kurumları muhalefet de dahil hepsi Gazi mahallesinde yaşayan Alevi yurtsever aydın demokrat emekci halkının katileridir.  
Yorumunu Halkımıza bırakıyoruz.

 

 

Gazi Katliamı

 

 

Gazi Mahallesi'ndeki çoğunlukla Alevilerin gittiği üç kahvehane, 12 Mart 1995 gecesi otomatik silahlarla tarandı.
kahvehanelerden birinde alevi dedesi Halil Kaya öldü ve beşi ağır 20 kişi de yaralandı. Saldırganlar olay yerinden
uzaklaştıktan sonra gasp ettikleri taksinin şoförünün boğazını keserek öldürdü, taksiyi ateşe verdi ve kaçtı.

Olayların ardından çok sayıda Alevi, Gazi mahallesi'nde toplandı ve polis karakoluna yürüdü. Polisin grubu
dağıtmak için havaya ateş açtığı sırada, serseri kurşunlarla bir kişi öldü, birçok kişi de yaralandı. Gece boyunca
olaylar durmadı. 13 Mart günü polis karakoluna tekrar yürüyüşe geçen grup, çevik kuvvet ve özel timlerle
desteklenen polisle çatıştı. 15 kişi öldü, aralarında gazetecilerin de bulunduğu birçok kişi yaralandı.

Askerlerin de bölgeye gelmesinden sonra Gaziosmanpaşa'da üç mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Ancak barikatlar kuran grup, bir komite oluşturarak isteklerinin yerine getirilmemesi durumunda eylemlerini s
ürdüreceklerini açıkladı.

Olaylar Sıçrıyor
14 Mart günü Gazi Mahallesi'ndeki olaylar Ankara'ya sıçradı. Gazi Mahallesi, polis eşliğinde sakin
bir gün geçirirken, Ankara Kızılay Meydanı'nda çıkan olaylarda 36 kişi yaralandı.

15 Mart'ta ise Ümraniye Mustafa Kemal Mahallesi'nde olaylar çıktı. Protestocu grubu dağıtmaya çalışan
polisin açtığı ateş sonucu 4 kişi öldü, 20'den fazla kişi yaralandı.

Olaydan sonra yapılan otopsi sonucu ölen 17 kişiden yedisinin polis mermisiyle hayatını kaybettiği belirlendi.
Gaziosmanpaşa Savcılığı'nın olayla ilgili fezlekesiyle Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, 20 polis hakkında
"müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek" iddiasıyla dava açtı.

 

 

 

 

Olaylardan Görüntüler

 

 

Polis Gazi'deki Olaylara Müdahale Ediyor

 

 

Olaylar Biterken
Olaylar polis tarafından kontrol altına alınamayınca mahalleye asker geliyor. Polisle çatışan mahalle halkı,
askere karşı barışçı bir tutum takınıyor. Yalnız halen askerin arkasındaki polis panzerlerine öfke dinmemiş.

 

 

GAZİ DAVASI

Dava İstanbul'dan binlerce kilometre uzaktaki Trabzon'a alınıyor. Buna rağmen öldürülen
insanların yakınları otobüslerle Trabzon'a gidiyorlar.

 

DAVA SONUÇLARI
Davada verilen cezalar:

 

 

 

Gazi'de ölen diğer insanlardan dolayı kimseye bir ceza verilmedi:

 

 

    

Olayların protesto edildiği Ümraniye - Mustafa Kemal Mahallesi'nde
öldürülen insanlar için herhangi bir dava açılmadı

  

 

 

OLAYLARLA İLGİLİ GAZETE KÜPÜRLERİ:

 


 

 

Malatya Katliamı-1

Malatya Katliamı

Malatya KatliamiMalatya’da meydana gelen olayları değerlendirmeden önce, bu kentin siyasi ve inançsal yapısının bilinmesinde yarar vardır. 1990 genel nüfus sayımına göre Malatya’nın nüfusu 702.055’dir. Kent nüfusunun yüzde 30’unu Alevi, yüzde 70’ini Sünni topluluğu oluşturmaktadır. Alevilerin yoğunlukta olduğu ilçeler Arguvan, Arapgir, Doğanşehir, Akçadağ, Hekimhan’dır. Yeşilyurt ve Darende ilçelerinde ve köylerinde yerleşik Alevilerin sayısı azdır. Pütürge’de ise Alevilerin yerleşik olduğu yalnızca dört köy bulunmaktadır.

Malatya merkezinde Alevilerin yoğun olduğu mahalleler, Başharık, Gürsel, Çavuşoğlu, Özalper (Samanharkı), Çilesiz, Fırat, Küçük Mustafapaşa, Samanlı, Ata, Aşağıbağlar’dır. Diğer mahallelerde az sayıda Alevi yerleşiktir.

Malatya’nın siyasi yapısının zaman dilimi içinde önemli değişimler yaşamış olduğunu görürüz. 1946’da çok partili döneme geçilmiştir. Kurulan siyasi partilerden biri DP’dir. DP halka yapılan baskıların ve yoksulluğun karşısında olduğunu belirterek özgürlüklerin savunuculuğunu yapıyordu. Aleviler, Osmanlı’dan beri horlanmışlar, baskı ve katliamlarla karşılaşmışlardır. DP’nin özgürlük söylemlerine inanan Aleviler, 1950, 1954 ve 1957 yıllarında yapılan milletvekili genel seçimlerinde oylarının yaklaşık olarak yüzde 70’ini DP’ye, kalanını da CHP’ye veriyorlardı. Sünni topluluğunun büyük çoğunluğu (yüzde 70) ise, İsmet İnönü’ye tutkularından dolayı oylarını CHP’ye veriyorlardı. 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle DP kapatıldı. 1961 Anayasası hazırlandı. 1961 Anayasası bazı yenilikler, temel hak ve özgürlüklere ilişkin önemli düzenlemeler içeriyordu. Buna bağlı olarak memurlar örgütlenmeye başladılar. Sivil örgütlerin içinde nicel ve nitel olarak en önemlisi, öğretmenlerin kurduğu TÖS’dü. TÖS’e üye öğretmenlerin tümüne yakını solcu ve demokrattı. Köylerde genellikle TÖS üyesi öğretmenler çalışıyordu. Bu arada, demokrasi ve emek yanlısı TİP’in de yandaşları çoğalıyordu.

Malatya Katliami1950’li onyıl boyunca DP’ye oy veren Aleviler, bu kez sol partilere yöneldiler. 1965 milletvekili genel seçimlerinde Alevilerin çoğunluğu CHP’ye, bir bölümü de TİP’e oy verdi. Önceki seçimlerde CHP’ye oy veren Sünni topluluğu, bu kez DP’nin devamı olan AP’yi ve diğer sağ partileri desteklemeye yöneldi. Böylece Malatya’da siyasal yapılanmanın üzerinde bulunduğu zemin sürekli değişiyordu.

1973 milletvekili genel seçimlerinde MSP, 29.139; AP, 20.224; MHP, 2.686 ve CHP, 64.442 oy almışlardı. Görüleceği üzere, çalkantılı yılların başlarında, siyasal İslâmcıların ağırlıklı olduğu MSP kentte önemli ölçüde taban oluşturmuştu. Bu siyasal gelişmeler sağ-sol ayrışımını da birlikte getirdi. Sağ siyasi iktidarların (1950’den günümüze sağ partiler iktidardadır) desteğiyle kurulan ve korunarak geliştirilen Komünizmle Mücadele Dernekleri, Ülkü Ocakları, Akıncılar Derneği gibi sağ dernekler güçlenirken; karşıt sol örgütler de oluşuyordu.

Bu ideolojik örgütlenmeler, giderek karşılıklı çatışmalara dönüştü. Sağ örgütler, genellikle dini kullanarak karşıtlarına saldırıyorlardı. Sol örgütler ise, “Demokrasi, eşitlik ve özgürlük” söylemiyle taban oluşturmaya çalışıyorlardı. Siyasal ayrışım körüklendikçe Aleviler sol partilere, özellikle CHP’ye blok halinde oy vermeye yöneldiler. 1977 milletvekili genel seçimlerinde CHP, 99.107; AP, 32.224; MSP, 38.516; MHP, 17.371 oy aldılar. (1)

Bu seçimlerde MHP ve MSP’nin oyları büyük artış göstermiştir. Türkiye genelinde sağ siyasal iktidarlar tarafından körüklenerek geliştirilen ideolojik ayrışımın yoğunlaştığı illerden biri Malatya’dır. Malatya’da Alevi-Sünni ayrışımı yaratmak amacıyla “Mum söndü” tiyatro getirerek Aleviler küçük düşürülmeye çalışıldı. Nitekim Alevilerin bu oyuna tepkileri sert olmuştu. Camilerde de Alevilere yönelik horlayıcı, suçlayıcı vaazlar veriliyordu. “Türk-İslam sentezi” doğrultusunda konferanslar, paneller düzenleniyor, ırk ve inanç ayrılığı körükleniyor, bu ayrımlar üzerinden saldırılar tertiplenmeye çalışılıyordu.

Gelişmelerde, ABD’nin gönderdiği “Barış Gönüllüleri”nin de oldukça önemli etkileri olduğunu belirtmek gerekiyor. ABD, Sosyalist Blok’un gelişmesini kendine yönelik bir tehdit olarak algılamış, bunun karşısında da bazı ülkeleri öncü karakol olarak kullanmayı amaçlamıştı. Türkiye, Sovyetler Birliği’yle karadan ve denizden komşuydu. Bu yüzden, Türkiye ABD için önemli bir ileri karakol işlevi üstlenebilirdi, ancak bunun için Türkiye’nin Sovyet nüfuzuna girmesini önleyecek tedbirler almak gerekmekteydi. Türkiye’deki devrimci gelişmeler ve örgütlenmeler, bu amaçla engellenmeye çalışıldı. Devrimci ve demokrat kitle örgütlerinin karşısında duracak ırkçı-şeriatçı örgütlenmelere yönelindi. Bununla da yetinmeyen ABD, özel yetiştirilmiş uzmanlarını Barış Gönüllüleri adıyla Türkiye’ye göndermeye başladı. Barış Gönüllülerinin, Türkiye’deki feodal, etnik ve mezhepsel (Alevi-Sünni, Kürt-Türk) ayrışımın yoğun olduğu bölgelerde (Doğu, İç ve Güneydoğu Anadolu) çalışması isteniyordu. Her türlü gereksinmeleri karşılanan Barış Gönüllüleri, istenilen bölgelerde görevlendirildiler.

Barış Gönüllüleri, Türkiye’de ne iş yapacaklardı? Gelişlerinin nedeni gerçekten barış için olamazdı, çünkü Türkiye’de o dönem iç savaş yoktu. Eğer barış istiyorlarsa öncelikle kendi ülkelerine baksınlardı. ABD’deki Kızılderililere yönelik baskı ve soykırımına engel olsunlar, kendi ülkelerinde iç barışı sağlasınlar, Vietnam’a ve Kore’ye asker gönderilmesini engellesinlerdi. Elbette, kendi ülkelerindeki olumsuzlukları görmezlikten gelerek Türkiye’de barışı sözümona sağlamaya gelmelerinin altında gizli bir amaç bulunmaktaydı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da feodal yapının halen önemli ölçüde devam ettiğini iyi bilen ABD, bu bölgelerdeki aşiretler, inançsal topluluklar arasındaki çelişkileri saptamaya çalışıyordu. Barış Gönüllülerinin bir bölümü Malatya’da çalışmaya başladı. Öncelikle Alevilerle Sünnilerin iç içe yaşadığı ve yoğunlukta olduğu ilçelerde çalışmayı yeğlemişlerdi. Barış Gönüllülerinin çalışmalarından kuşku duyan Akçadağ’ın köylerinden bir grup (Süleyman Kırteke, Reşoali Erdoğdu, Köse Polat, Teslim Töre ve arkadaşları) ortak bildiriyle tepkilerini duyurmaya çalıştılar, ama tutuklanarak cezaevine konuldular. Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde, 1969/158 nolu dosyayla yargılanan bu kişiler, daha sonra beraat ettiler. Malatya'daki gerici ve ırkçı saldırılar, Barış Gönüllülerinin Malatya'da çalıştıkları dönemde başlamıştı. Böylece ideolojik ve inançsal ayrışım saldırıya dönüştü. Aşağıda, bu saldırılardan birkaç örnek, çeşitli boyutlarıyla ele alınacak.

Kemal Abbas Altunkaş olayı (1968)

Kemal Abbas Altunkaş, 27 Mayıs 1960'da Tunceli'de Milli Eğitim Müdürüdür. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrası Nevşehir'e öğretmen olarak atanır. Bir süre sonra Malatya Turan Emeksiz Lisesine edebiyat öğretmeni olarak gelir. Kemal Abbas, güzel şiir okur, hoş sohbetlidir. Nurculara karşı tepkiseldir ve tepkisini her ortamda çekincesiz göstermektedir. Malatya'da kısa sürede çevre edinir. En yakın arkadaşlarından biri, CHP İl yönetiminde bulunan Turan Akyol'dur.(Daha sonra MSP'den Malatya milletvekili seçildi.) Kemal Abbas, Turan Akyol'un babasına ait Fırat Palas Oteli’nin boş bir odasında özel ders vermeye başlar.

1967-68'de Malatya'da sağ-sol ayrışımı keskinleşmeye, saldırılar yaşanmaya başlar. Kemal Abbas, hem TÖS'ün üyesi, hem Tuncelili ve Alevi kökenlidir. Sağ örgütler, Malatya'da Alevi-Sünni ayrışımını körüklemek için her yöntemi denemektedirler. Kemal Abbas'ı hedefleyen bir plan hazırlanır. Kemal Abbas'ın özel ders verdiği öğrenciler arasında sağ görüşlü, Yakınca kasabasında yoksul ve problemli bir ailenin çocuğu olan Kenan Çırak da bulunmaktadır. Irkçı örgütler çıkar karşılığında Kenan Çırak'ı piyon olarak seçerler. Kamuoyunu etkileyecek olayın senaryosu hazırlanır. 18.01.1968 günü akşamıdır. Kemal Abbas, özel ders verdiği öğrencileri için otele gelir, ders notlarını alarak odasına çıkar. Kenan Çırak da gelmiştir. "Hocam kahve mi, çay mı içersiniz?" diye sorar. Kemal Abbas, "Sade bir kahve ve su getir" yanıtını verir. Tepsi üzerinde kahve ve su gelir. Kemal Abbas, bir yandan kahvesini yudumlamakta, bir yandan da o günün ders konusunu anlatmaktadır. Kahve bitmiştir, Kemal Abbas derin bir dalgınlığın içinde uyur gibidir. Bir süre sonra Kenan Çırak, Kemal Abbas'ın kesik erkeklik organını elinde sallayarak dışarıya fırlamış ve "Bana tecavüz etmek isterken uzvunu kestim..." diye sokakta bağırmaya başlamıştır. Bunun üzerine otel katibi Kemal Abbas'ın bulunduğu odaya girer. Kemal Abbas, somyanın üstünde dalgın dalgın oturmaktadır; yere akan kan pıhtılaşmıştır. Gel gör ki Kemal Abbas, acı duyduğuna ilişkin herhangi bir belirti vermediği gibi, yerinden dahi kıpırdamamıştır.

Otel katibi karşılaştığı acılı olayı polise ve ailesine bildirir. Kısa bir süre içinde Kemal Abbas, Kayseri Tıp Fakültesine yetiştirilmek üzere karayoluyla yola çıkarılır. dört saat sonra Kayseri Tıp Fakültesine ulaştırılır. Olayın üzerinden beş saat gibi uzun bir süre geçmiştir. Bunca süreye karşın Kemal Abbas halen baygın ve gelişmelerden habersizdir. İlk müdahale sırasında yapılan tahlil sonuçlarına göre, uyuşturulduğu ve halen uyuşturucunun etkisinin geçmediğini belirten rapor verilir. Kayseri’de, İstanbul'daki Tıp Fakültelerinden birine acilen yetiştirilmesi gerektiği söylendiği için, hemen karayoluyla İstanbul'a hareket edilir. İstanbul'da da, uyuşturulduğuna dair rapor verilir.

Fırat Palas Oteli’nde meydana gelen olaydan 15-20 dakika sonra yüzlerce sağ görüşlü kişi hükümet binasının önünde gösteri yapmaya başlamıştır. Aynı anda, olayın ayrıntılarıyla yer aldığı sağ görüşlü Beydağı Gazetesi de mahallelerde, kahvelerde dağıtılmaktadır. Oysa, Beydağı Gazetesinin matbaasının makinesi eski tip, el dizgilidir. Böyle bir haberin elle dizgisinin yapılması için en azından 5-6 saat zamana gereksinme vardı. Demek ki, hazırlanan senaryonun doğrultusunda haber çok önceden dizilerek hazırlanmıştır.

Sağ örgütler, olayı protesto etmek amacıyla bir miting düzenleme kararı alır. Bu yönde hazırlıklar sürerken; Alevilere ait ev ve işyerlerinin işaretlendiği görülür. Saldırı duyumunu alan Aleviler, güvenlikleri için belirli noktalarda nöbet tutmaya başlar. Malatya'nın cadde ve sokakları insanlarla dolmuştur. En ufak bir kışkırtma ve tartışmanın yüzlerce insanın ölümüne neden olabileceğı bir gerginlik hüküm sürmektedir. Mitingin iptali için, Malatya Valiliğine, Savcıya, Başbakana, Cumhurbaşkanına ve İçişleri Bakanına telgraflar çekilmeye, telefonlar edilmeye başlanır. Şehir merkezinde alınmış olan olağanüstü güvenlik önlemleri de artırılmıştır. Valilik, mitingin güzergahını değiştirerek şehir dışına taşır. Bu gerginlik birkaç gün devam eder.

Malatya'da bu olumsuz gelişmeler olurken; Milli Eğitim Bakanı, Kemal Abbas'ı açığa alır. Kemal Abbas'ın avukatları, açığa alınmanın yanlı bir soruşturmanın sonucu olduğunu ileri sürerek Danıştay'a dava açarlar. Danıştay 5. Dairesi, gerekli belgeleri değerlendirerek E:1969/2553, K:1970/1957 ve 05. 05. 1970'de, olayın tertip olduğunu belirtir ve açığa alınma kararını iptal eder.

Kemal Abbas'ın davası, güvenlik gerekçesiyle Samsun'a nakledilir. Samsun sorgu yargıcı, E:1969/22, K:1969/216 sayılı ve 18. 11.1969 günlü kararıyla olayın komplo olduğuna karar verir. Daha sonra Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada Kenan Çırak ağır hapis cezasına çarptırılır.

Hekimhan Olayı (1968)

Hekimhan’ın AP’li Belediye Başkanı Ali Akyüz ile AP İlçe Başkanı ve İl Genel Meclisi Üyesi Turan Garipağaoğlu'nun öncülük ettiği sağcı militanlar, 15 Aralık 1968'de Hekimhan Lisesi'nde görevli sol görüşlü öğretmenlere ve öğrencilere "vurun Alevilere, komünistlere" sloganı eşliğinde, cop ve şişelerle saldırırlar. Çok sayıda öğrenci yaralanır. Lisede görevli 13 öğretmen, jandarmanın gözetiminde okuldan alınarak Malatya'ya götürülür. Daha sonra bu öğretmenlerden solcu ve Alevi olanlar kar-kış demeden değişik yerlere sürgün edilirler. Birçok öğrenci de okuldan uzaklaştırılır. (2)

2 Şubat Mitingi (1975)

Devlet destekli ırkçı-şeriatçı örgütlerin mensuplarının, gözlerini kırpmadan karşıtlarını öldürdüğü yıllardı 1970’ler. Bireysel saldırılar ve öldürmeler giderek toplu saldırılara dönüşüyordu. Yoğunlaşan faşist saldırıları kınamak, devlet yetkililerini uyarmak amacıyla Malatya'daki demokratik kitle örgütleri bir araya gelir ve "Faşizmi protesto” adıyla bir miting düzenleme kararı alırlar. Gerekli yasal işlemler tamamlanır ve izin alınır.

2 Şubat 1975 günü İnönü Caddesi’nin üzerinde bulunan Kız Meslek Lisesi'nin önünde on bin kişi toplandı. Yürüyüş sırasında yolda katılanlarla yürüyüşçülerin sayısı 30 bine ulaşmıştı. Yürüyüş halindeki kitle, güzergah üzerindeki binalarda oturanlar tarafından alkışlanıyordu. Disiplinli, sessiz ve çok katılımlı yürüyüş korteji Atatürk Anıtı'nın önüne geldi. Saygı duruşundan sonra dağılınacağı sırada, ortaya Ülkü Ocaklı bir grup çıktı. Tahrik edici slogan ve küfürlerle hakaret etmeye başladılar. Bu sırada emniyet güçleri dağılmakta olan topluluğa copla saldırarak miting alanını savaş alanına dönüştürdüler. 22’si ağır olmak üzere aralarında kadın ve çocukların da olduğu yüzlerce kişi yaralandı. Saldırı sonrası ülkücüler polisleri omuzlarına almış alkışlıyorlardı.

Polislerin saldırısında ağır yaralananlar şu isimlerden oluşuyordu: Aziz Maho (öğretmen); Aziz Takçi (öğretmen), Ali Şahabettin Aktaş (ilköğretim müfettişi), Ramazan Şimşek (öğretmen), Şeyho Kızıldağ (öğretmen), Yusuf Bayram (öğretmen), Hasan Doğan (öğretmen), Hüseyin Nacar (öğretmen), Hasan Sönmez (öğretmen), Hasan Çınar (öğretmen), Hüseyin Gökbulut (öğretmen). Selahattin Toy (halktan), Erdal Bozkurt (halktan), Mustafa İçöz (halktan), Yusuf Akdağ (halktan), Hüseyin Özçelik (halktan), Mustafa Yılmaz (avukat), Mehmet Balarısı (köylü), İlyas Zengin (köylü), Kemal Atalay (köylü), Ali Kaya (köylü). (3)

15-16 Şubat olayları (1975)

TÖB-DER, öğretmenlere yapılan baskıları, sürgünleri ve öğretmenlerin özlük sorunlarını görüşmek amacıyla 15 Şubat 1975'de 57 ilde kapalı salon toplantısı yapılmasını kararlaştırır. Kapalı salon toplantılarının yasal kurallara uygun izinli yapılması da TÖB-DER’ce karara bağlanır. Alınan kararlar, şubelere bildirilir. TÖB-DER Malatya Şubesi, bu karar doğrultusunda valiliğe başvurarak gerekli izni alır. Hazırlıklara başlanır.

Devletin siyasi güçleriyle iyi ilişkiler içinde olan ve her yerde taşeron olarak kullanılan ırkçı-şeriatçı örgütler, TÖB-DER'in toplantılarını engellemek, olay çıkarmak, Alevi-Sünni, Kürt-Türk ayrışımı yaratmak amacıyla planlar hazırlamaya koyulur. Faşistlerin saldırı hazırlıklarıyla ilgili bilgiler ve haberler yaygılaşınca; TÖB-DER Malatya Şubesi yöneticileri, Malatya Barosu Başkanı Turan Fırat, CHP İl Başkanı ve bazı duyarlı kişiler, Vali Sadullah Verel'i ziyaret ederek duyumlarını, kaygılarını iletirler. Vali, "Ben on ayrı kaynaktan bilgi topluyorum. Böyle bir saldırının olacağına dair en ufak bilgi edinmedim. Böyle bir saldırının olması düşünülemez. Devlet güçlüdür, her şeyin üstesinden gelecektir" yanıtını vermiştir. Malatya Valisine ne gibi bilgilerin verildiği bilinmiyordu; ama TÖB-DER toplantısının yapılacağı 15 Şubat günü, faşistlerin kentin belirli semtlerinde toplanmaya başladığı görüldü. Toplananlar bir süre sonra saldırıya geçtiler. Saldırganların bir kolu, Elazığ Caddesi üzerinde bulunan vali konağını sarar. Taşlarla konağın camlarını yerle bir ederler. Valiye ve eşine yakışıksız sözler edilir. Vali Sadullah Verel ve eşi, konağın balkonuna çıkarak ellerinin başparmağını havaya kaldırır ve "Biz de Müslümanız!" diye bağırırlar. Saldırganlar bu “itiraf”la yetinmez ve Vali ile eşinin kelime-i şahadet getirmesini isterler. Bunun üzerine Vali ve eşi "kelime-i şahadet" getirirler, hem de birkaç kez tekrarlayarak...

Saldırganların eylemlerinde kararlı olduğu görülür. Oradan şehir merkezine doğru yürüyüşe geçerler. Karşılarına çıkan ve solcu bildiklerine ait olan işyerlerini yağmalarlar ve yakıp yıkarlar.

Saldırganların bir kolu, Belediye binasının önüne toplanmıştır. Bu grup, yürüyüşe geçtikleri Fuzuli Caddesi üzerinde bulunan CHP İl binasına, bazı basın organlarının bürolarına ve TÖB-DER binasına saldırırlar. Aynı cadde üstünde karakolu bulunan Toplum Polisi, barikat kurarak saldırının yaygınlaşmasını engellemeye çalışıyordu.

Saldırganların başka bir kolu da, Samanpazarı denilen meydanda toplanarak Cezmi Kartay Caddesi üzerinde bulunan Alevilere ait işyerlerini yağmalamaya, yakmaya yöneldi. Başka bir kol da PTT binasının bulunduğu yöne doğru yürüyüşe geçti. Saldırı ancak akşama doğru askerlerin müdahalesiyle denetim altına alınabildi. Saldırının birinci günü böyle noktalandı.

Saldırı, ikinci gün olan 16 Şubat’ta, daha acımasız ve daha yıkıcıydı. Birinci gün yağmalanan ve yakılan işyerlerinin sahipleri, zararlarını tespit etmeye, kırılan ve yıkılan yerlerini onarmaya çalışıyorlardı. Saldırganlar da yeni bir saldırının hazırlığı için Belediye ve Samanpazarı Meydanında toplanmaya başladılar. Ortalıkta polis görünmüyordu. Toplanan saldırganlar, yine kollara ayrılarak yürüyüşe geçtiler. Önceden belirlenen solcu ve Alevilere ait işyerlerini yakmaya giriştiler. Bir gün önce saldırma imkanı bulamadıkları CHP ve TÖB-DER binasının kapılarını, camlarını ve tüm eşyalarını yerle bir ettiler. Saldırı giderek mala zarar vermekten cana zarar vermeye dönüşüyor, çatışmalar ve yaralamalar görülmeye başlıyordu. İşte ancak o zaman askeri birliklerden yardım istendi. Akşama doğru saldırı güçlükle denetim altına alınabildi. İki günün bilançosu, bir ölü ve 29 ağır olmak üzere 220 yaralıydı. Yaralananların çoğunluğu Alevi ve sol görüşlü işyeri sahipleriydi.

Tanıklar anlatıyor:

Hasan Bozkurt (işçi): "Saat 16 sıralarıydı, evime gidiyordum. Cezmi Kartay Caddesinde, karşıdan gelen büyük bir kalabalıkla karşılaştım. ‘Kahrolsun Ecevit, komünist Ecevit, başbuğ Türkeş’ diye bağırıyorlardı. Hızla geldiler, ben de bunların arasında kaldım. Bu sırada karşı bir grup belirdi ve Cezmi Kartay Caddesi, birden bire cehenneme döndü...

Kalabalığın arasında, şimdi burada çiftçilik yapan eski AP Milletvekili Hamit Fendoğlu'nu gördüm. MHP İl Başkanı Şerif Dursun'la birlikteydiler. Kavgalara bunlar da katıldılar. Kalabalıktan bazı kişilerin elinde kurt resmi vardı.

“Ortalık makineli tabancaların sesiyle yankılanıyordu. Çatışmaya başladılar. Caddede korkunç bir kavga başlamıştı. Tabanca mermileri ve taşlar yağıyordu. Sopalar inip kalkıyordu. Bu sırada bir grup, Doğan Palas ve Tüccarlar Klubü Oteli'ne yöneldi. Sahipleri CHP'li olan bu oteller kısa zamanda tamamen tahrip edildi. Bir başka grup da TÖB-DER merkezi ile altında bulunan beş dükkanı aynı şekilde tahrip edip, içeride taş üstünde taş bırakmamışlardı. Beydağı, Halk Postası ve Güneş Gazetelerinin idarehaneleri de aynı akıbete uğradı. Çoğunu tanımıyordum. Ben Malatyalıyım, hemşehrilerimin çoğunu tanırım. En azından aşinalığım vardır. Bu memlekette herkesin birbirine göz aşinalığı vardır. Fakat, hadiseyi çıkaranların çoğunu tanımadım. Bunlar, herhalde Malatyalı değillerdi. Başka yerlerden gelmişlerdi..." (4)

Cafer Erkul (35 yaşlarında gazete satıcısı): “Bildiğiniz gibi benim kulübem İş Bankasının tam önünde, karşımda Ziraat Bankası var; şu kenardaki de Garanti Bankası, PTT binası da karşımda. Emniyetin en çok güvence altında bulundurması gereken bir alan. İşte burada saldırıya uğradım. Ben Malatyasporluyum ve aynı zamanda CHP'liyim. Kulübemde Ecevit'in resimleri ve kitapları vardı ve satıyordum. Saldırıdan önce bana geldiler ve ‘Sen şu kitap ve resimleri satma. Sana istediğin kadar para veririz’ dediler. ‘Ben inancımı parayla satacak adam değilim‘ dedim.

“Nihayet 15. 02. 1975 günü saat 13-14 sıralarında 06 plakalı beyaz bir arabayla Dr. Muhittin Turgut, yanında bulunan birkaç kişiyle geldi. Şu kenarda durdular. Ben de yeni yemek getirtmiştim, daha bir lokmasını ağzıma almadan kulübe taş ve sopalarla sallanmaya başladı. Kafama, sırtıma bıçaklar inip kalkıyordu. Kulübe dar olduğu için çıkamıyordum. Tahrayla kapıları kırarak beni dışarı çıkardılar. Elden ele verdiler. Tam 17 bıçak yemişim. Nasıl kurtulduğumu bilmiyorum. Bir uyandım ki Sigorta Hastanesinde serum veriliyor. Yanımdaki karyolada da anam yatıyordu. Anam benim öldüğümü duyunca kriz geçirmiş ve komaya girmişti.”

-Emniyet’te kimse yok muydu?

-Tek kişi olsaydı onların hepsini yakalardı. Kimse ortalıkta yoktu.

-Zararın ne kadar?

-Biz 4-5 kardeşiz. Çok fakiriz. 28 yıllık emeğimizi bu kulübeye yatırmıştık. Daha o gün 3500 TL borç ederek Tekel’den sigara almıştım ve satıyordum. Şöyle böyle 28-30 bin lira kadar zararım oldu. Oldu değil yok oldum. İnan ki tek çivi dahi bırakmamışlar. Sigara, para, kitap, dergi ne varsa hepsini alıp götürmüşler, yırtmışlar.

Anlamadığım nokta, bunu Müslümanlık adına yapıyorlarmış. Müslümanlıkta böyle talan, hırsızlık var mı ki? Kıbrıs'taki EOKA'cılar dahi bunlardan merhametliydiler. Bunların gözleri dönmüştü, talancıydılar. Bir yanda Müslüman Türkiye diye bağırırlarken, diğer yanda hırsızlık, talan, adam öldürmeye girişiyorlardı.

Ata Yıldırım (50 yaşlarında berber): "Benim dükkanım Fuzuli Caddesinin üzerinde ve Hükümet Binasının arkasındadır. Karşımda ve caddenin öbür kenarında da Toplum Polisinin binası var. Ayrıca dükkanımın önünden bir yol da CHP binasına doğru gider. Yani dört yol ağzındayım.

“Babam imamdı. Ben de uzun süre imamlık yaptım, sonra berber oldum. O saldırıyı görünce her şeyimden utandım. Hiçbir din bu çapulculuğa, tahribe ve ayrıcalıklara müsaade etmez. Bunların yaptıklarının din ve insanlıkla ilgisi yoktu. Gözleri dönmüştü, ne yaptıklarını bilmiyorlardı.

“Dükkanımda oturuyordum. 16. 02. 1975 günü saat 13 sıralarında Belediyenin önünde bir grup saldırgan bağırarak Fuzuli Caddesinden yukarıya doğru (TÖB-DER Lokaline) yürümeye başladılar. Tam Toplum Polisinin binası önüne gelince içlerinde birisi bağırarak ‘Önce şu solcu CHP binasını tahrip edelim, sonra TÖB-DER'e gidelim’ dedi. Ve kalabalık, CHP binasının, Beydağı, Halk Postası ve Güneş Gazetelerinin camlarını kırdıktan sonra geri döndü. Aynı polislerin yanından geçerek TÖB-DER Lokaline doğru gittiler. Bu kalabalık içinde Paşa Camii'nin imamı da vardı. Ve bağırıyordu. Hatta bir jandarma astsubayının, durumu görünce polislere dönerek ‘Utanmıyor musunuz, bu nedir?’ diye bağırdığını duyduk, tabii polisler de duydu. CHP binasıyla Hükümetin arası 29-30 metre bile yok.

“Gördüklerimi Malatya Milletvekillerine anlattım. Halkı tahrik edenlerin başında bazı imamlar geliyordu. Emniyet ve Vali tamamen göz yumuyordu. Yoksa 10-15 polis hepsini dağıtabilirdi.“

Haydar Karagöz (20-25 yaşlarında, gazete satıcısı): “Benim kulübem belediyenin bitişiğindedir. 15 metre yukarımda Toplum Polisinin binası ile 20 metre karşımda Hükümet binası var. Saldırganlar, Belediyenin önünde toplandılar. Yani benim kulübemin bulunduğu yerde toplandılar. Resmi ve sivil polisler buralarda geziniyorlardı. Saldırganlar, ‘Allahuekber, Müslüman Türkiye’ gibi sözler söylüyorlardı. Sanki sinema dağılmıştı. Her biri bir tarafa doğru gitmeyi söylüyorlardı.

“Halbuki 20-30 polis bunları rahatlıkla dağıtabilir ve hatta hepsini Emniyete götürebilirdi. Çünkü çoğunluğu çocuktu.

“Ben fakirim, bu kulübedeki gelirle geçiniyorum. Böyle insanlık olur mu? Onlar kim, ben kim? Hepimiz Türk'üz, Müslümanız ve insanız. Ama bunlar, bunlardan uzaktır. Polis hiç engel olmuyordu. Ne yapayım, zararım 7-8 bin liradır. Borç ederek yeniden kulübeyi yaptım...”

Adını söylemek istemeyen bir cami imamı: "Kardeşim, siz bir defa görüyorsunuz. Bunlar her gün camilerde bölücü konuşmalar yapıyorlar. Sanki cami değil, bir parti binası. Bunları, Emniyet de, Vali de, öğretmen de ve halk da iyi biliyor, dinliyor. Müslümanlıkta bölücülük yoktur. Talan yoktur. Dükkanın sahibi olmadığı halde tahrip ediyorlar ve mallarını götürüyorlar. Bu hırsızlıktır, zorbalıktır. Elhamdülillah Müslümanlıkta bunlar yasaktır. Affedilmeyen günahlardandır. Sonra Alevi kim, Sünni kim? Hepsi kardeştirler. Cephede birlikte savaşıyorlar, fabrikada birlikte çalışıyorlar, bu ayrım nedir? Çok ayıptır. Dine yakışmaz. Ne bileyim, bu dünyadaki suçu hemen kanun vermelidir. Yoksa memlekete yazıktır. Camilere saldıracaklar demişler. Müslüman yalan söylemez. Düpedüz yalandır. Şimdiye kadar camiye saldırma görmedim. Velev ki saldıracaklarını biliyorlardı, niye Emniyet’e haber vermeden halkı toplayarak saldırganlığa geçmişlerdir. Yalandır kardeşim yalandır...“

Süleyman Efe (Avukat): "Olayı açıklamadan önce derinlemesine incelemek ve değerlendirmek gerekiyor.

“Tarihimizi incelediğimizde görüyoruz ki, ileriye ve halka yönelik her girişim karşısında mutlaka irtica olayının varlığına tanık olmaktayız. Bilindiği gibi, ekonomik, politik, siyasal ve kültürel yönden geri kalmış toplumlarda halkın tüm emeği sömürücülerin ipoteğine girmiştir. Ellerinde yalnız inançları kalmıştır. Bunu da vermemek için canlarını vermektedirler. İşte halkın bu can alıcı noktasını iyi bilen ve değerlendiren sömürücü güçler; halkı bu yönüyle tahrik ediyorlar.

“İlericilere düşen en büyük sorumluluk; halkı, bu etki alanından çıkarmaktır. Bu sorumluluk ödünsüz olarak demokratik yollarla yapılmalıdır.

“Bu açıdan olaya bakıldığında, dinin ne kadar sömürüldüğü, sorumluların kimlerden yana olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. “

15. 02. 1975 günü evde oturuyordum. Evim Turan Emeksiz Caddesi üzerindedir. Dışarıdan gelen bağırtı ve gürültüler duyduk. Çocuklarım pencereye koştular. ‘Baba, baba gel...’ diye heyecanla seslendiler. Pencereye gittim. Çok kalabalık bir grup, önlerinde öğrenci oldukları belli olan çocuklar vardı. Ellerinde değnekler vardı. 'Müslüman Türkiye, Allahuekber, ölüm...' gibi sesler çıkarıyorlardı. Bir şeylerin olduğunu anladım. Yanımda yeğenim İbrahim vardı. Durumu öğrenmek için çarşıya gönderdim. Gitti geldi. Birçok işyerinin tahrip ve talan edildiğini, bir kişinin yaralandığını söyledi.

“O gün TÖB-DER'in kapalı salon toplantısı vardı. 'Acaba öğretmenlere bir şeyler oldu mu?' diye ben de çıktım. Hükümetin arkasından geçerek gitmek istedim. Hükümetin ve belediyenin arası çok kalabalıktı. Bağırıyorlardı. Polis azınlıktaydı. Ses çıkarmıyorlardı. TÖB-DER'e giden yolda polis barikat kurmuştu ve kimseyi bırakmıyordu. Oradan yazıhaneye gittim. Yazıhanem Mecidiye İş Hanının 4. katındaydı. Bitişiğinde Samanpazarı Alanı vardır. Bu alan da hiç tanımadığım insanlarla doluydu. Tekbir getiriyorlardı. Oradan Cezmi Kartay Caddesindeki 50. Yıl Kıraathanesine saldırdılar. Camlarını kırdılar, biraz sonra askeri birlik geldi. Birkaç saldırgan, yanına gittikleri bir üsteğmenin ellerini öptüler. Sonra dağıldılar...

“Daha sonra Tüccarlar Kulübüne gittim. Orada; Malatya Beden Eğitim Bölge Müdürü Osman Çağlar olduğunu öğrendiğim bir kişi, konuşuyor ve olayı anlatıyordu. 'Bir grup kalabalık geldi, burada toplantı varmış dediler. Yok dedim. İçlerinde tanıdığım sakallı ve hacca gitmiş bir şeyh vardı. Kendisine, bu iyi bir şey değildir dedim. O da, hayır, din için her şey yapılır dedi ve geri döndüler. Şehre doğru gittiler. İçlerinde Şerif Dursun da vardı. Biraz ötede topluluğu durdurdu ve 'Ölüme hazır mısınız?' dedi. Onlar da 'evet' diyorlardı. 'Böylece gittiler...' diyorek anlatıyordu...

“Ertesi gün (16.02.1975) TÖB-DER'e gittim. Herkes üzücü olayı anlatıyordu. Bir aralık iki polisin geldiği ve TÖB-DER başkanını emniyete götürdüğünü ve dönüşünde 'Emniyet Müdürünün emniyetini sağlamayacağız, lokalinizi boşaltınız' dediğini anlattı. Öğretmenler dağılarak lokali boşalttılar.

“Ben de Cezmi Kartay Caddesindeki 50. Yıl Kıraathanesine gittim. Biraz oturdum. Sonra kıraathanenin alt katındaki Kent Lokantasına inerek yemek yemeye gittim. Dışarıda oldukça kalabalık vardı ve bağırıyorlardı. Lokantada, Turan Emeksiz Lisesi Müdürü de vardı. Kalem şefi Hüseyin Özcan ile Mehmet Guguk ve Ali Zeynel adlarındaki öğretmenler de oradaydılar. Onlar da kalabalığı görünce şaşırdılar. Ali telefonla valiliği aradı ve Valiyi evinde buldu. Durumu anlattı. Vali de 'Bir şey olmaz. Yürüyüş varmış, seyire gelmişler. Tedbir alınmıştır' dedi. Daha sonra saldırı başladı. Camlar, kapılar kırılmaya başlandı. Korkuyla dışarı çıkan işyeri sahiplerinin üstü polisçe aranıyordu. Ben de, 'Ne oluyor, önce olayı yaratanları önleyin' dedim. Bunun üzerine polisler üzerime atılarak coplarla vurmaya başladılar. Bir arabaya koydular. Her tarafım kan ve yara içindeydi. Hastaneye götürdüler. Doktorun yanında da vurmaya başlayınca doktor ve bazı hemşireler engel oldular. Yaralarım sarıldı. Eve döndüm. Kısacası olay, önceden hazırlanmış ve bilinen bir şeydi. Çünkü polis taraf tutuyordu. Ancak askeri birlikler gelince önlenebildi. Olay bir irtica hareketiydi.”

Mehmet Ali Yılmaz (65 yaşlarında, seyyar yumurta satıcısı): "Ben seyyar yumurta satıcısıyım.Geçimimi bununla sağlıyorum. Cezmi Kartay Caddesindeyim. Saldırı başladı. Polis yoktu, olanlar da seyirciydi. Tekbir getiriyorlar, ilahiler okuyorlardı. Saçlı, bıyıklı kimi görseler dövüyorlardı. Bu sırada dükkanların camları kırıldı. Ateş açıldı. Ortalık toz dumana döndü. Saldırganlardan biri bana ateş etti. Sağ kulağımın altından bir kurşun girdi ve dilimin bir kısmını ve takma üst dişlerimi parçalamak suretiyle dışarı çıktı. Ağzım kan içerisindeydi. Bu sırada bir grup beni yakalayarak ‘kelime-i şahadet’ getirmemi istedi. Ben de getirdim. Bıraktılar. Ötede başka bir grup tuttu, yine ‘kelime-i şahadet’ getirmemi istediler. Sonra ‘yanlış okudu’ diyerek dövdüler.” (5)

Malatya Katliamı-2

TÖB-DER’in Raporu

MALATYA15-16 Şubat 1975 olaylarını yaşayarak tanık olan TÖB-DER Şube Yönetimi, ayrıntılı bir rapor hazırladı. Rapor, Malatya Valisi’ne, İçişleri Bakanlığı’na ve Milli Eğitim Bakanlğı’na gönderildi. Raporun bazı bölümleri şöyle:

Saldırının birinci günü: “TÖB-DER Malatya Şubesinin düzenlediği kapalı salon toplantısının saatleri yaklaşırken, toplantıya katılacak öğretmenler gelmeye başladı. Diğer yanda irtica ve saldırı olayına katılacaklar da sabahın erken saatlerinde Malatya’ya akın ediyorlardı. İlk grup (40-60 kadar kişi) Akpınar Semtinin Samanpazarı Alanında ellerindeki sopalarla, demir çubuklarla ilahiler okuyarak toplanıyorlardı. Önlerinde Şerif Dursun bulunuyordu. Giderek kalabalık büyüdü. Hamit Fendoğlu (Hamido) ve Dr. Muhittin Turgut da katılarak omuzlara alındılar. Saat 10.00 sıralarıydı. Ellerinde bulunan başı çivili coplar, demir çubuklar, tahralar gibi saldırı gereçlerini havaya kaldırarak ilahiler söyleyip Kelime-i Şahadet getiriyorlar, Allahuekber, Müslüman Türkiye, Şeriat İsteriz, Komünistlere Ölüm, Cihad gibi sloganlarla tansiyonu yükseltiyorlardı. Saldırı olaylarının açıklamasına geçmeden bu tahrikçi başlarının durumuna değinmekte yarar görüyoruz.

* Hamit Fendoğlu (Hamido): Demokrat Partili olup, 27 Mayıs darbesiyle Yassıada’ya götürülmüş, cezaya çarptırılmıştır. Daha sonra 1965-1969 yılları arasında AP Malatya Milletvekili seçilmiş, Meclis’te Tabii Senatör Sıtkı Ulay’ın kulağını ısırarak yaralamış, 1973 seçimlerinde DP Milletvekili adayı olmuşsa da seçilememiştir.

* Hacı Şerif Dursun: Büyük Doğucu’lardandır. 1951 yılında Malatya’da Gazeteci Ahmet Emin Yalman’a yapılan suikasta, 1971’de Kırıkhan’da 3 kişinin ölümüyle sonuçlanan kanlı olaya karışmıştır, MHP’lidir.

* Dr. Muhittin Turgut: Malatya’daki Doğu Özel Hastanesinin sahibi olup, Hastanenin her tarafı Bozkurt resimleriyle donatılmıştır. MHP’lidir.

Hamido ve Şerif Dursun, Malatya’nın merkezine bağlı 15-20 köyün birleşmesinden oluşan İzollu Aşiretinin ileri gelenlerindendir. Bu aşirete egemendirler. Saldırıya katılanların büyük çoğunluğu bu aşirettendir. Diğerleri Elazığ’ın Palu ve Baskil ilçesinden getirilmiştir. Malatya’nın diğer ilçelerinden de katılanlar vardır.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan akla şöyle bir soru gelebilir. “Peki polis hiç bunları önceden sezinlemedi mi, toplanırken görmedi mi?”

Saldırganların toplandığı yerin 100 metre uzağında Merkez Polis Karakolu, 50 metre doğusunda Toplum Polisinin binası, 30 metre güneyinde Hükümet binası (Hükümet binasında Vali, Jandarma İl Komutanı, Savcı ve Emniyet Müdürü) bulunmaktadır. Toplandıkları yer, şehrin ana caddesinin üzeri olup, merkezi yerdir.

Toplantı saati yaklaşmaktadır. ‘Allahuekber’ sesleri Malatya’yı çınlatıyordu. Gittikçe çoğalan saldırganlar, kollara ayrılarak yağmalamaya, tahrip etmeye ve yakmaya başladılar. Malatya Emniyeti, TÖB-DER’in bulunduğu Fuzûli Caddesinin giriş-çıkış yollarında barikat kurarak saldırganların gelişlerini önlemeye çalıştılar. Bir polis ekibi de TÖB-DER Lokali önünde görev almıştı. Bir ara Emniyet 2. Şube şefi, TÖB-DER’e geldi. ‘Toplantınızı ya öne alın, yahut iptal ediniz. Güvenliği sağlamamız zorlaşıyor. Cezmi Kartay Caddesi curcunaya döndü’ diyordu. Diyordu ama, paneli öne almanın veya iptal etmenin önemi kalmamıştı. Çünkü her taraf sarılmıştı. Samanpazarı, Belediye önündeki alanda toplanan saldırganlar, tahralarını, nacaklarını, çivi başlı sopalarını, demir çubuklarını havaya kaldırarak ‘Şeriat isteriz, Müslüman Türkiye, Komünistlere ölüm, cihad’ gibi sloganlarla bağırıyorlardı. Saldırı ve tahribat başlatılmıştı.

Saldırganların bir kolu, Cezmi Kartay Caddesine doğru harekete geçmiş, 50. Yıl Kahvesine saldırarak tüm camlarını kırmışlardı. Bu cadde üzerinde ve Alevilere ait birçok işyeri tahrip edilerek yakılmıştı. Saldırganların diğer bir kolu, Kışla Caddesinde aynı sloganlarla saldırılarını sürdürüyorlardı. Vali konağının camlarını da kırmışlardı. Vali ve eşi dışarı çıkarak ‘Biz de Müslümanız’ diye şahadet parmaklarını havaya kaldırarak kelime-i şahadet getirmişlerdir.

Saldırganların başka bir kolu, İstasyon Caddesinden Sıtmapınar Semtine doğru saldırılarını sürdürüyorlardı. İş Bankası önünde Cafer Erkul’a ait gazete kulübesine saldırarak tahrip etmişler. Cafer Erkul’u da ağır biçimde yaralamışlardır. Sıtmapınarında Dursun Erkul’a ait gazete bayii tahrip edilmiş ve yakılmış, sahibi feci şekilde dövülmüştür.

Keza hükümet binasının bitişiği ve toplum polisi binasının önündeki sinema reklamlarının yerleri tamamen tahrip edilmiş. Aynı yerde Haydar Karagöz’e ait gazete kulübesi de tahrip edilerek dağıtılmıştır. Böylece saldırının birinci günü 9 kişi yaralanmış, 7 işyeri tahrip edilerek yakılmıştır.

Saldırının ikinci günü: “16.02.1975 günü ‘Nasıl olsa Emniyet kuvvetleri durumu kontrolleri altına aldı ve artık bir şeyler olmaz’ düşüncesiyle herkes şehir merkezine geliyor, işyerlerini kontrol ediyordu. Halkı köylerden toplayıp getiren tahrikçiler ise, amaçlarını yeterince gerçekleştirmemişlerdi. Çünkü TÖB-DER ve Alevilerin birçok işyeri hala sapasağlam duruyordu. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için uzak yerlerden, köylerden getirdikleri saldırganları bırakmadan evlerinde, çeşitli yerlerde konuk ederek saklamışlardır.

16.02.1975 Pazar günü erken saatlerde (saat 10.00) belediyenin önündeki alanda, bir gün önce kullandıkları saldırı araç ve gereçleriyle toplanıyorlardı. Belediye ile hükümet binasının arası 20-30 metre ya var, ya yoktur.

Öğretmenler kendi lokallerinde gelişmelerden habersiz oturuyorlardı. Saat 12.00 sıralarında iki sivil polis geldi, Şube Başkanı Tuncay Ünlü ile TÖB-DER Bölge Temsilcisi H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun Emniyet Müdürlüğü’nce çağrıldığını söylediler. Her iki yönetici birlikte Emniyet Müdürlüğüne gitti. Hükümet binasının önüne gittiklerinde, tahrikçi ve saldırgan bir grubun toplanıp beklediğini görmüşlerdir. Polis ise, hükümet önünde bekliyordu. Emniyet Müdürü, ‘Hocam, sizden rica ediyorum, sizler dünkü olaylara karşı bir yürüyüş düşünüyormuşsunuz. Bu nedenle karşı grup yeniden toplanmış. Bir olay çıkarılmaması için lokalinizi boşaltarak dağılınız. Yoksa çıkacak herhangi bir olayda koruma gücümüz olmayacaktır’ dedi.

Emniyete giden yöneticilerimiz ise, ‘Bizim yürüyüşümüz yoktur, böyle bir şeyi düşünen tek üyemiz dahi yoktur. Uydurmadır. Ancak emniyet bizi korumakta güçsüzse, müsaade buyurun biz kendi güvenliğimizi kendimiz alalım’ yanıtını vermiştir.

-Biliyorum sizin yürüyüşünüz olmadığını, ama halkı öyle kandırmışlar. Olayı görüşüyoruz, önlememiz zordur, lütfen dağılınız...

-Ama onlar iki gündür yasadışı toplanıyorlar. Suç işliyorlar. Dağılması gerekenler onlardır. Biz lokalimizde oturuyoruz.

Karşılıklı tartışmalardan sonra anlaşıldığı kadarıyla bir oyun düzenlenmiş. Bu oyunda hem saldırıya uğramamızı, hem de suçlu duruma düşmemizi istiyorlardı. Yönetim Kurulumuz ve avukatlarımız birlikte olayı değerlendirdi. En uygun çözümün TÖB-DER’i boşaltmak olduğu kanaatine vardık ve lokalimiz boşalttık...

Eğer emniyet kuvvetleri (polis) içtenlikle ve yansız davransaydı, saldırganlar ilk anda ve hiçbir güçlükle karşılaşmadan dağıtılabilirlerdi. Müdahale edilmemesi, saldırganları daha da cesaretlendirmiştir.

Saldırının ikinci günü, aynı topluluk ilahilerle ve bir gün önceki sloganlarla saptadıkları semtlere doğru harekete geçti.

Önce sinema reklamları (bir gün önce tahrip edilmişti, yeniden .yapmışlardı) yeniden tahrip edilerek parçalandı. Oradan CHP binasına, gazetelerin bulunduğu bürolara saldırdılar. Büroları tamamen tahrip ederek yaktılar. Sonra TÖB-DER’in lokaline saldırdılar. Lokalin tüm kapıları, pencereleri, içindeki eşyaları tahrip edildi, yakıldı. Altta bulunan 3-4 dükkan da camları tahrip edilerek yağmalandı.

Başka bir kol da İstasyon Caddesinden hareketle, bu cadde üzerindeki Malatya Basın Galerisi ve gazete başbayii gibi birçok işyerini tahrip etmiştir. Diğer bir kol da Kışla Caddesi üzerinde bulunan ve içki satan birçok dükkanın camlarını kırmıştır.

Keza bir gün önce tahrip edilen ve hemen camları takılan 50. Yıl Kıraathanesine yeniden saldırarak tüm camlarını, eşyalarını tahrip ettiler.

Sokaklarda rastladıkları solcu ve saçı uzun, bıyıkları kaba olanlara da feci şekilde işkence etmişlerdir. Bu sırada saçı uzun olan bir genci döverek öldürdüler. Avukat Süleyman Efe de aynı biçimde dövülerek ağır yaralanmıştır. Süleyman Efe’yi dövenler polistir.

Böylece iki gün süren saldırının bilançosu, 60 işyerinin tahrip edilmesi, yüzlerce insanın yaralanması, bir ölü ve yakılan Malatyadır.

Polis, olanları engelleyeceği yerde, işyerlerini korumak zorunda kalmış olanları, lokantada yemek yiyenleri, kahvede oturanları toplayarak gözaltına aldı... (6)

Basında 15 - 16 Şubat olayları

Cumhuriyet (16. 2. 1975): “Malatya’da TÖB-DER’in toplantısını protesto için 2000 kişi yürüyüşe geçmiş, bu arada Vali Lojmanını taşa tutmuşlardır. Saldırganlar daha sonra sol eğilimli kişilere ait bazı işyerlerini ve gazete bayilerini tahrip etmişlerdir.”

Cumhuriyet (16. 2. 1975): “Malatya’da bir çatışma oldu, bir kişi öldü. TÖB-DER’in önceki gün yapılan toplantısından sonra başlayan olaylar dün büyümüş, ‘Müslüman Türkiye’ diye bağırarak tekbir getiren sağcı bir grup, solcu diye tanınan kişilerin işyerleri ile CHP ve TÖB-DER merkezlerini taşlamışlardır. Malatya sokaklarında ‘Komünist avına’ çıktıklarını ilân eden bazı sağcıların kanlı saldırıları polisin yetersiz kalması karşısında askeri birliklerce süngü takarak önlenebilmiştir...

“Samanpazarı mevkiinde önceki gün toplanarak, ellerinde Türk Bayrağı olduğu halde halkı kışkırtan grubun başlarında AP Eski Malatya Milletvekili Hamit Fendoğlu ile Şerif Dursun’un bulunduğu ve tüm olayların bunların direktifiyle başlayıp, genişleyerek kanlı bir biçime dönüştüğü...

“Sağcılar, şehirde giriştikleri güya ‘Komünist avı’nda uzun saçlı gençleri toplayarak dövmüşlerdir. TÖB-DER üyesi öğretmenler sokak aralarında feci şekilde dövülmüşlerdir.”

Oktay Akbal’ın yazısı, Cumhuriyet (19. 2. 1975): “Pazar günü yurdun birçok ilinde yapılan TÖB-DER kapalı salon toplantıları gözünü kan bürümüş daha doğrusu bürütülmüş insanlar tarafından baskına uğradı. İzin alınmıştı, kapalı salon toplantısı yapmak için. Faşist örgütler günlerce önceden hazırlıklarını yapmışlar, bu toplantıları kurmak için... Açık bir gerçek bu. Bir İstanbul gazetesinde çıkan yazılarla daha da belirginleşen bu işlerin ardında kimin, kimilerin bulunduğunu gözler önüne seren bir gerçek... CHP Genel Merkezinden yapılan bir açıklamaya göre, bu gazete birkaç gün önce şöyle yazılar yayınlamıştır: ‘Kavgayı halkı yanıltıcı mekanlarda ve şartlarda yapmak yerine, halkın içinde, cesur, daha iyi göreceği yerde yürütmeliyiz. Bir Taksim hadisesi halkın kuralların niyeti ve eylemi hakkında tam ve kesin fikir sahibi olmasına neden olmuştur. Tarihi bir pazar gününün hatırası üç solcu eşkıyanın Taksim civarından bile korkarak geçmesini sağladı.’ “’

Ergün Göze, Tercüman (21.02.1975): “Böylece TÖB-DER, Türk Öğretmenine, Türk Milletine, Türk Gençliğine tamamen ters düşmüştür. TÖB-DER, bugüne kadar Türk Öğretmenine yapılan en büyük kötülüğü yapmış. Onu Stalin’le bir hizada görmüştür. Sayın Ecevit de “Her ne kadar TÖB-DER’i tasvip etmemekle beraber faşizan baskılardan söz ettiğini” söylemekle partisini Stalin’le aynı noktaya getirmiş bulunmaktadır.”

Alpaslan Türkeş’in basın açıklaması, Tercüman (23. 2. 1975): “Türk Milliyetçiliği herkesten önce ve herkesten çok sömürüye karşıdır. Emperyalizmin kökünü kazıyacağız. Adana’da işçi Hüseyin’in öldürülmesinden de bizi mesul tutan Ecevit’e hatırlatırım. Eğer biz öldürmeye niyetli olsak, işçi Hüseyin’e sıra ne zaman gelir düşünmesi gerekir... Halkın en meşru tepki hakkını kullanmasını devlete isyan diye jurnallamaktan utanmayan adamın kişiliğine bakın... Ve olayların devlete karşı değil, sadece TÖB-DER’e karşı olduğunu görmemezlikten gelmektir.”

Hürriyet (18. 02. 1975): “Malatya’da Pazar günü çıkan olaylar sırasında sağcı oldukları öne sürülen eli sopalı topluluk 300 işyerini tahrip etmişlerdir. İki kişinin öldürülmesi ve 100 kişinin yaralanmasından sonra, askeri birliklerin müdahalesiyle güçlükle bastırabilen olaydan sonra 224 kişi gözaltına alınmıştır.”

Milliyet (16. 02. 1975): “Malatya’da, saat 11.00’de ellerinde özel olarak yapılmış sopalar olduğu halde yürüyüşe geçen bir grup, vilayet önünde ‘Yaşasın Müslüman Türkiye, Kahrolsun Komünizm’ diye bağırmışlar. Yürüyüşçüler sol yayınlar sattığı ileri sürülen Cafer Erkul’un satış barakasını tahrip etmişlerdir. Sinema afişlerinin asılı bulunduğu camekânları parçalamışlardır. Bir içkili lokanta, üç kahve ve iki kitabevi taş yağmuruna tutularak camları kırılmış... olaylarda 18 kişi yaralanmış, ikindi ezanının okunmasıyla yürüyüşçülerin büyük bir bölümü camilere girmişlerdir.”

Deniz Baykal’ın Meclis’te yaptığı konuşma, Milliyet (18. 2. 1975): “Cepheleşme hareketiyle birlikte, Ülkü Ocakları Derneği saldırgan bir politika içinde girdi. Sağ terörizm dönemi başladı. Hükümet süratle açıklamalıdır. Adana’daki işçiyi öldürenler, afiş asan genci üç yerinden vuranlar, Şahin Aydın’ı, Kerim Yaman’ı öldürenler, TÖB-DER toplantılarını basarak isyan yaratanlar kimlerdir? Bunların siyasal nitelikleri nedir? Bütün bu olaylarda yer alanların aynı siyasal kampta yetiştirilmiş olmaları basit bir rastlantı mıdır? Bu olayların sorumluları kimlerdir? Tetiği çeken parmaklar mı, yoksa o parmaklara hükmedenler mi? Hükümetin suçlu ile haklı karşısında tarafsız kalmaya çalışmasını anlamak mümkün değildir.”

Olayın hukuki boyutu ve sonucu

Malatya KatliamiOlaylar denetim altına alındıktan sonra 400 kişi gözaltında alındı. Gözaltına alınanların yüzde 90’ını, işyerleri saldırıya uğrayanlar ile TÖB-DER Şube Yöneticileri, Malatya Yüksek Öğretim Derneği’nin ve Devrimci Gençlik Birliği’nin yöneticileri oluşturuyordu. Binlerce saldırgandan yalnızca 40 kadar kişi gözaltına alınmıştı.

Resmi yetkililerin anlatımlarına göre, saldırı TÖB-DER’e yönelikmiş. 57 il merkezinde kapalı salon toplantısı düzenlemiş olan TÖB-DER’in toplantısı yasal izinlidir. Saldırı ise Alevilerin yoğun olduğu (Malatya, Erzincan, Adıyaman, Amasya, Tokat, Turhal, Elazığ vb.) bölgelere yönelikti. Alevilere ait işyerleri tahrip edilmişti. Eğer saldırı TÖB-DER’e yönelikse, Alevilere ve solculara ait işyerlerini niye yağmalayarak tahrip etmişlerdir? Alevilerin ve solcuların işyerlerini önceden kim belirleyerek işaretlemiştir? TÖB-DER’in konuşmalarının sonucu halkın tahrik olduğu söylendi. Oysa TÖB-DER’in toplantıları kapalı salonlarda yapılıyordu. Görüntü ve ses dışarıya verilmiyordu. Kaldı ki, daha toplantılar başlamadan saatler öncesinden saldırı başlatılmıştı. Bu ve benzeri sorular yanıtlandığında saldırının perde arkası ortaya çıkacaktır. Kim ne zaman yanıtlayacaktır?

Olay sonrası İçişleri Bakanı Mukadder Öztekin, Jandarma Genel Komutanı Org. Orhan Yiğit ve Emniyet Genel Müdürü Celal Öztüfekçi beraberlerindeki heyetle Malatya’ya geldiler. Bu yetkililer, Malatya Emniyetinin önceden belirlediği kişilerle görüştürüldüler. Saldırıya uğrayan, işyerleri tahrip edilenler dinlenilmedi, görüşülmedi...

Adana DGM’nin üç savcısı, olayları soruşturmak üzere Malatya’ya geldi. Gözaltında bulunanların ifadeleri alındı. Saldırıya uğrayanlarla saldırganlar ayrımı yapılmadan; sanki birlikte saldırı düzenlenmiş gibi, savcılar ortak dava açılmasına karar vermişlerdir. Olayların başladığından beri saldırganlar korunuyordu. Kimi polislerin olay sırasında yakaladıkları, gözaltına alınmadan bırakılmışlardı. Ortada ölen ve yaralanan insanlar ile tahrip edilmiş işyerleri bulunmaktadır. Bunlar için de bir suçlu bulunmalıydı. Ama emniyetin yanlı tutumu nedeniyle gerçek suçlular ortalıkta yoklardı. DGM’nin savcıları da bu doğrultuda yürüttükleri soruşturmanın sonunda dengeyi sağlamak amacıyla hareket ettiler ve saldırganlardan kaç kişi tutuklanmışsa; saldırıya uğrayanlardan da o kadar kişi tutuklandı.

Tutuklananlar: Saldırıya uğrayanlar: Tuncay Ünlü (TÖB-DER Şube Başkanı), Kasım Demir (TÖB-DER Yöneticisi), Mehmet Hatip Özer (TÖB-DER Yöneticisi), Aziz Maho (TÖB-DER Yöneticisi), Haluk Türkşen (TÖB-DER Yöneticisi), Veli Yılmaz (TÖB-DER Üyesi), H. Nedim Şahhüseyinoğlu (TÖB-DER Üyesi, Bölge Temsilcisi), Nevzat Yıldırım (TÖB-DER Üyesi), Kemal Kırlangıç (TÖB-DER Üyesi), Murtaza Akgül (TÖB-DER Üyesi), İhsan Pektaş (Sol görüşlü), Nurettin Eren (Sol görüşlü), Ali Arı (sol görüşlü), Hadi Kepenç (Sol görüşlü), Cemalettin Doğan (Sol görüşlü), Adem Özcan (Sol görüşlü), Orhan Apaydın (Gazeteci), Ünal Nebioğlu (CHP’li), Talat Ertuna (Sol görüşlü işçi), Ömer Kral (Sol görüşlü öğrenci), İsmet Günay (Sol görüşlü), Rıza Karaca (Sol görüşlü, işyeri tahrip edilen), Hasan Karaca (Sol görüşlü, işyeri tahrip edilen), Cemil Çimen (Sol görüşlü, işyeri tahrip edilen), Hüseyin Bezek (Sol görüşlü).

Saldırganlar: Orhan Menekşe, Yaşar Bozkurt, Recep Mesut Samanlı, Ekrem Berber, İhsan Memiş, Şerif Dursun, Hamit Fendoğlu, Timurtaş Uçar, Muhittin Turgut, Abdullah Yılmaz, Zeki Öz, Ramazan Temur, Mehmet Ali Diri, Hüseyin Şen, Aziz Moran, Haci Doğru, Mehmet Polaloğlu, Ali Ercan, Abuzer Karagöz, Nail Çelebi, Temur Altınkaya, Yusuf Kantıya, Haşim Karaaslan, Hüseyin Çekin, Bedri Öner. (7)

Adana DGM savcılarının hazırladığı iddianamede, saldırıya uğrayan ve işyerleri tahrip edilen TÖB-DER, Malatya Yüksek Öğrenim Derneği, Devrimci Gençlik Birliği yöneticileri hakkında şu görüş ve değerlendirmelere yer verildiği görülmektedir:

“TÖB-DER Malatya Yönetim Kurulu üyeleri, MAYÖD Malatya Şubesi Yönetim Kurulu üyeleri DGB Malatya Şubesi müteşebbis heyeti üyeleri olan sanıklar ile 02. 02. 1975 tarihinde Malatya Merkezinde tertip edilen sessiz yürüyüş tertip komitesinin üyeleri ve 15. 02. 1975 tarihinde TÖB-DER tarafından tertip edilen kapalı salon toplantısında konuşmalar yapan sanıkların cümlesinin kül halinde aynı maksat ve gaye uğrunda zaman zaman birleşerek ve birbirlerinin fiillerini aynı amaç uğrunda bulundukları bu suretle TÖB-DER, MAYÖD, DGB derneklerinin yasal birer kuruluş olmalarına rağmen tüzüklerinde yazılı uğraşı amaçları haricinde gizli kasıt ve gayelerini gerçekleştirmek için legal görünüm altında illegal cemiyet olarak çalışmalar yaptıkları, 02. 02. 1975 tarihli sessiz yürüyüş tertip heyetinin ve 15. 02. 1975 tarihli TÖB-DER Malatya Şubesi kapalı salon toplantısında konuşma yapan sanıkların da aynı gizli kasıt ve gaye uğrunda birleştikleri ve bu suretle gizli cemiyet olarak bu sanıkların 1961 tarihli Anayasamızın getirmiş olduğu sosyal ve iktisadi nizamı yıkmak, sosyal sınıflar üzerinde tahakkümü tesis etmek, memleket içinde müesses iktisadi, sosyal nizamları yıkmaya matuf 1-2-3-4-5 numaralı bentlerde yazılı olduğu şekilde çalışmalar yaptıkları, bu çalışmalar cümlesinden olarak yayınladıkları bildirilerle, yaptıkları konuşmalarla gayelerine erişmek için işçi ve köylü sınıfını oluşturmak ve eyleme hazırlamak maksadıyla muhtelif vesilelerle, muhtelif zamanlarda aynı sanıkların komünizm propagandası yaptıkları, cemiyetin muhtelif sınıflarını kanunlara itaatsizlik ve umumun emniyeti için tehlikeli bir tarzda kin ve adavete tahrik eyledikleri tüm bildiri münderecatları, 28. 12. 1974 tarihli gecedeki konuşmalar, 02. 02. 1975 tarihli sessiz yürüyüş sırasında geçirilen pankart münderecatları, bu konuşmaları ihtiva eden bantların tape edilmiş suretiyle, emanete alınan bant ve matbu evrak münderecatı 15. 01. 1975 tarihinde Malatya merkezindeki toplum olayları, şahadet ve tekmil dosya münderecatıyla sabit olmuştur.”

İddianamenin saldırganlarla ilgili bölümünde ise şu değerlendirmeler yapılmaktadır:

“Malatya Merkezi Ülkü Ocakları Şubesi Yönetim Kurulu Başkan ve üyelerinin Malatya’da vuku bulan toplum olaylarından birkaç gün evvel evrak arasında mevcut (Yüce Türk Milletine) başlıklı bildiriyi teksir ettirip halka dağıttıkları, bu bildiri münderecatında ileri sol temayüllü şahıslar tarafından söylendiği anlaşılan (Memleketin ovasından en yüksek tepesine kadar kızıl bayrak çekeceğiz. Mescitleri ve Kâbe’yi yıkıp yerine bostan ekeceğiz... Kıpkızıl komünistim... istediğim bir zaman sana gelirim... atarak kızıllığımı karanlıklara... dışarıdan bir ezan sesi geliyor... tıpkı köpek havlamasını andırıyor) cümlelerini bu bildiri münderecatına yazdıkları ve bildirinin son kısımlarına da (...nesillerimizi milliyetçi yetiştirerek komünizmi, masonizmi ve vatanımızı hiçbir menfaate dayanmadan yüceltmek ve yükseltmek olmalıdır...Ülkü Ocakları) cümlelerini yazdıkları;

“Bu suretle milliyetçilik grubun sapık ideolojiye sahip olduklarını kabul ettikleri karşı gruptaki şahısları bizzat ezeceklerini beyan etmek ve bu hususu bildiri şeklinde kaleme alarak 15-16. 02. 1975 günü Malatya Merkezinde vuku bulan toplum olaylarından birkaç gün evvel teksir ettirerek halka dağıtmak suretiyle, halkı bu olaylara tahrik ve teşvik ettikleri; bu suretle cemiyetin muhtelif sınıflarını umumun emniyetleri, elde edilen bildiri, bu bildirilerin dağıtıldığına dair tevilli ikrar ve şahadet ile sabit olmuştur...” (8)

İddianamede, TÖB-DER, MAYÖD, DGB yöneticileri için ileri sürülen gerekçeler, onlarca yıldan beri Sıkıyönetim Mahkemelerinin, DGM’nin iddianamelerinde kalıplaşmış suçlamaların tekrarı ve benzeridir. İddianamenin düşündürücü yanı; Malatya’da sağcıların başlattığı saldırı sonucu öldürülen kişilerin, yaralanan yüzlerce kişinin, yağmalanarak tahrip edilen yüze yakın işyerinin suçlularının nerede olduğuna, suçluların kimler olduğuna dair bir “iddia”nın olmamasıdır. Bu saldırı örgüt işi değil midir?

Bir süre sonra Adana DGM’de duruşmalar başladı. Tutukluların bir bölümü hemen ilk duruşmada, geri kalanlar ise sonraki duruşmalarda tahliye edildiler. DGM ile ilgili yasa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Dava dosyası Malatya Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi de davanın Sıkıyönetim kapsamında olduğunu belirterek dosyayı Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesine gönderdi. Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesi de davanın sıkıyönetimin ilanından önce işlendiğini belirterek dosyayı yeniden Malatya Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi.

Sonuçta Yargıtay, davaya Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesinin bakacağına karar verdi. Bu gel-gitlerle dava zaman aşımına uğradı. Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesi, 1983 / 8826, E: 1983 / 220, Karar No: 1984 / 38 kararıyla davanın zamanaşımına uğradığını belirterek tüm sanıkların beraatine karar verdi. Böylece 15-16 Şubat 1975’te gerçekleşen saldırılar, suçluları ortaya çıkarılmadan örtbas edildi ve dava dosyası tarihin yargısına havale edildi.

Akçadağ Öğretmen Okulu Olayı (1975)

Akçadağ İlçesinde 17 Nisan 1940’da Akçadağ Köy Enstitüsü açıldı. Daha sonra, Köy Enstitüsü’nün yerleşim yerini belirlemek üzere araştırmalar yapıldı. Malatya-Adana demiryolunun otuzuncu kilometresinde bulunan Akçadağ İstasyonunun güneydoğusuna düşen arazi saptandı. Enstitü’nün yeri için belirlenen araziler, Karapınar, Kırlangıç ve Onatlı Köylerine aitti. Köylüler, üç bin dönümlük arazinin bir bölümünü düşük bir bedel karşılığı, büyük bölümünü de bağış yoluyla verirler. O dönem karayolları yeterli değildi ve hatta yoktu. Bu nedenle, Darende ve Akçadağ ilçeleriyle çevre köylerin ulaşımı Enstitü’nün bitişiğinde bulunan tren istasyonundan yapılıyordu. Okul yönetimi, Enstitü arazisinin tam ortasından geçen on metre genişliğinde, 2 km uzunluğunda bir yol açtı. Bu yolu çakıl ve kumla da döşetti. Çevrenin tüm ulaşımı bu yol üzerinden yapılmaya başladı.

Akçadağ Köy Enstitüsü’nün yöresinde 15 Alevi köyü bulunmaktaydı. Enstitü Yönetimi, bu köylerle ve diğer komşu köylerle ilişkileri oldukça sıcak, neredeyse bir aile gibiydi. İmece yoluyla bölgenin köylülerine kayısı, elma, kavak, bağ dikiminde yardımcı olunuyordu. Enstitü’de milli bayramlarda ya da diğer günlerde düzenlenen temsillere, eğlencelere ve törenlere tüm köylerin halkı çağrılırdı. Enstitü ile halk arasında dostluk ve işbirliği sağlanıyordu. Yöre köyleri de düğünlerine Enstitü’nün öğretmenlerini, yöneticilerini, folklor ve müzik ekiplerini çağırırlardı. 1950’de Köy Enstitüleri kapatıldı. Yerine Öğretmen Okulları açıldı. Akçadağ Köy Enstitüsü’nün yerine açılan Öğretmen Okulu da, yöre halkıyla devraldığı gelişmiş ilişkileri pekiştirerek sürdürdü.

Böylece 1970’lere gelindi. 1974’de CHP ile MSP’nin ortak hükümeti düşünce, AP, MSP ve MHP’nin ortaklaşa hükümeti (I. MC) kuruldu. MC Hükümeti, yatılı okulların yönetiminde bulunan demokrat yönetici ve öğretmenleri okuldan uzaklaştırmaya; yerine ülkücü öğretmenler ve yöneticiler atamaya öncelikli olarak yöneldi. Böylece yatılı okullar, ülkücülerin kurtarılmış bölgeleri oluyordu. Akçadağ Öğretmen Okulu’na da Cafer Toksun adında bir müdür atandı.

Cafer Toksun, Sivaslı bir Alevi ailenin çocuğudur. Yoksuldur, yatılı okula zorlukla girmiştir. Öğretmen olduktan sonra ırkçılarla ilişkilerini sıklaştırır. Yeni müdürün Alevi bir aileden geldiğini öğrenen komşu köyler halkından Aleviler, “Bizden de bir müdür çıktı” diye sevinmişler, hediyelerle kutlamaya gitmişlerdir. Cafer Toksun, ziyaretine gelen köylüleri soğuk karşılar. Hatta bir ara, sorguya çekercesine “Bu köylerin oylarını hep CHP’ye verdiklerini öğrendim. Doğru mu?” diye sorar. Köylülerin, “Müdür bey, faşistlere verecek değiliz ya...” yanıtı üzerine, Cafer Toksun’un rengi sararır, gözleri döner ve “Bir daha bu okulun toprağına ayak basmayacaksınız” diye gelenleri odasından kovar.

Şeyh Mano, Kırlangıç Köyündedir. Pir Sultan Abdal hayranıdır. Pir Sultan Abdal hakkında bilgi edinmek için Sivaslı olduğunu öğrendiği Cafer Toksun’a gider. Cafer Toksun, Şeyh Mano’nun kılık kıyafetine, kaba bıyıklarına bakar ve küçümseyerek “Senin ne isteğin var, söyle bakalım” diye sorar. Şeyh Mano, “Beyefendi, siz Sivaslısınız, Pir Sultan Abdal hakkında bilgi öğrenmek için geldim” dediğinde, Cafer Toksun’un tepesi atar ve “Komünistler sizi yoldan çıkarmışlar. Senin o sorduğun aptal da sapkının biriydi” yanıtını verir, konuğunu kolundan tuttuğu gibi dışarıya çıkarır. Şeyh Mano, “Orası Sivas’tır, Pir Sultan da çıkar, Hızır Paşalar da çıkar. Seni Pir Sultan sanmıştım” yanıtıyla ayrılır.

Bir süre geçmiş ve Cafer Toksun, yöre halkı ve okul hakkında yeterli bilgiyi edinmiş, kadrosunu oluşturmuş, saldırı planlarını hazırlamıştır; sıra uygulamaya gelmiştir. İlk iş olarak, okulun üç bin dönümlük arazisinin etrafını dikenli telle çevirdi, böylece yöre köylerin Akçadağ’a ulaşmak için 35 yıldan beri kullandığı yolu kapatmış oldu. Yolun girişine bir kulübe yaptırdı. Kulübeye silahlı bekçi yerleştirdi ve telefon bağlattı. Bununla da yetinmedi, okul arazisine eli silahlı bekçiler yerleştirdi ve yaklaşanlara ateş ettirmeye başladı. Böylece okulla yöre halkının ilişkilerini kesti. Eğer biri okula gidecekse, nöbetçiler önce ziyaretçinin kimliğini kontrol ediyor, sonra okul yönetimine telefon edilerek verilen bilgilere göre işlem yapılıyordu.

Okulun demokrat öğretmen ve çalışanlarına baskı yaparak onları uzaklaşmaya zorluyordu. Cafer Toksun’un baskılarından öğrenciler de paylarına düşeni alıyordu. Sol görüşlü öğrencileri baskıyla yıldımaya, kimi zaman da derslerden çıkararak dövmeye giriştiği şeklindeki haberler giderek artıyordu. Faaliyetlerinde, Malatya Ülkü Ocaklarından getirdiği ve özel yetiştirilmiş militanları da kullanıyordu. Okulun salonlarında asılı sanat değeri yüksek tablolar indirilmiş, yerine MHP’nin propaganda resimleri yerleştirilmişti. Atatürk’ün resminin de indirildiği, yerine Ergenekon Destanıyla ilgili bir tablonun asıldığı haberi, basın organlarında yayımlanmıştı.

Akçadağ Öğretmen Okulu adeta askeri bir kamp, Cafer Toksun da kampın komutanı gibiydi. Rastladığı Alevi kadınlara “Alevileri yaşatmayacağım. Sizi kocasız bırakacağım” dediği, baskılarını artırdığı görülmekteydi. Gelişmeler üzerine, yöre halkı ve öğrenci velileri, durumu Malatya Valisine bildirirler. Vali, şikayetleri dikkate almamakta, müdürden yana tutum sergilemektedir.

Saldırı ve baskılarla ilgili basın haberi şöyle:

“Dün öğleden sonra Akçadağ Öğretmen Okulu’nda meydana gelen çatışmada birkaç öğrenci yaralanmış, okul binasının ön tarafındaki bütün camlar kırılarak okul büyük ölçüde hasara uğratılmıştır. Olay üç solcu öğrencinin dövülmesi üzerine, okulda bulunan 500 kadar solcu öğrenci idarenin bu tutumunu protesto ederek derse girmişlerdir. Faşist öğrenciler, idarenin bıraktığı boşluktan faydalanarak ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla birbirlerine girmişlerdir. Olay yerine jandarma birlikleri getirilmiş, okulda bulunan öğrenciler ise derslerine devam etmişlerdir.” (9)

Akçadağ Öğretmen Okulu’nda ülkücülerin silahlı eğitim yaptıklarına; öğrencilere, öğretmenlere yönelik baskıların giderek arttığına, bu baskıların yöre halkına da yöneldiğine tanık olunmuştur.

Gelişmeler somut meyvelerini vermekte gecikmez ve nihayet, 7 Kasım 1975 gecesi, önceden hazırlanmış eli sopalı ülkücüler, aniden yatakhaneleri basar. Öğrenciler yatmaya hazırlanmaktadır ve kimisi pijamalı, kimisi de don-gömlekledir. Ani baskın ve bedenlerine inen sopaların tesiriyle ne yapacaklarını şaşıran 600 öğrenci, can korkusuyla dışarı fırlamışlardır. Bir kovalamaca başlamıştır. Baskı ve saldırıdan kaçan 600 öğrenci, okulun üst tarafında bulunan dağ ve tepelere sığınırlar. Mevsim yağışlı ve soğuk, öğrenciler çıplaktır. Saldırı haberi Malatya’da CHP İl Başkanı Turan Fırat’a ulaşır. CHP İl Yönetimi, TÖB-DER ve basın organları mensupları ortaklaşa tuttukları birkaç otobüsle dağlara sığınan öğrencileri toplamaya gider ve megafonla öğrenci aramaya koyulurlar. Kayaların kovuklarına sinmiş ve korkuyla bakışan henüz 15-16 yaşlarındaki çocukların büyük bölümü toplanarak Malatya’ya getirilir. O gece evlere dağıtılan öğrencilerin soğuktan donmaları önlenmiş olur.

Meydana gelen olaylardan dolayı 600 öğrenci okuldan uzaklaştırılmıştır. Okuldan uzaklaştırılan öğrencilerin velileri tarafından hazırlanan ve yetkililere ulaştırılan belge şöyle değerlendirilmektedir: “ ‘Atatürkçü öğretmen ve öğrencileri okuldan uzaklaştırmak için çok öncelerden Okul Müdürü Cafer Toksun, Eğitim Şefi Fazlı Aktaş, öğretmenlerden Mehmet Yıldırım, Halit Karadağ, Remzi Sağıroğlu, Züleyha Cömert, Celal Aydoğmuş, Mehmet Kara tarafından hazırlığı yapılan ve ortamı oluşturulduktan sonra meydana gelen olay esnasında, 700 öğrencinin dolaplarının tahrip edilerek eşyalarının, kitaplarının ve paralarının talan edildiği, talan edilen paraların ve eşyaların bu öğretmenlerce Ülkü Ocaklarına teslim edildiği, Atatürkçü öğrencilerin okulun bodrumuna konularak işkenceye uğradıkları ve günlerce ekmek verilmediği gibi, şimdi de olayı saptırmak için olaya mezhep, dil ve bölgecilik gibi bölücülük niteliğinde olan suçlamalarda bulundukları, böylece korkunç bir bölücülük yaptıkları, bütün bu olaylardan haberli olan Malatya Valisi ve Milli Eğitim Müdürünün olaya yeteri kadar eğilmedikleri, hatta olayla ilgili tanıklar ve mağdurların kimisinin dini görüşlerinden, kimisinin politik görüşlerinden dinlenilmedikleri, sadece olayı yaratanlar ve onların gösterdikleri tanıkları dinleyerek tek taraflı kovuşturma yaptıkları, Vali ve Milli Eğitim Müdürünün adeta onların koruyuculuğunu yaptığı’, ileri sürülerek Cumhurbaşkanına, Senato ve TBMM Başkanına, Parti Genel Başkanlarına ve Parlamenterlere durum bildirilmiştir. Olaya eğilmelerini, bülücülük niteliğini taşıyan bu tutumun önlenilmesini, ilgililer hakkında kovuşturma yapılmasını, gerçeğin ortaya çıkması için ilgilerini istemişlerdir...” (10)

Malatya Milletvekili Celal Ünver, demokratik kitle örgütleri temsilcileri ve basın mensuplarından oluşan bir heyetle Akçadağ Öğretmen Okulu’na gider. Olayı incelemek üzere Akçadağ Cumhuriyet Savcısı ile İlçe Jandarma Komutanı da o sırada okulda bulunmaktadır. Okul Müdürü Cafer Toksun, Milletvekili Celal Ünver’in okulu gezmesini, gözaltına alınan öğretmen ve öğrencilerle görüşmesini, olayın neden kaynaklandığını öğrenmesini engellemeye çalışır. Bunun üzerine Celal Ünver sert bir tepki gösterir ve Savcının araya girmesiyle olay büyümeden yatışır. Dönemin yerel basın organlarında, Okul Müdürünün olumsuz tutumu şöyle anlatıldı: “İlimiz Akçadağ Öğretmen Okulu’nda son çıkan olaylardan sonra 20 kadar öğrenci velisi ile okula giden CHP Malatya Milletvekili Celal Ünver, Okul Müdürü ile görüşürken, bir süre önce duvara asılan bozkurt resmi hakkında bilgi istemiş ve bunun üzerine Okul Müdürü Cefar Toksun, zile basıp çağırdığı birkaç öğretmen ve öğrenciyle CHP Milletvekili Celal Ünver’in üzerine yürümek istemiştir. Bu arada CHP Milletvekili Celal Ünver odaya gelen kalabalık bir öğretmen topluluğuna, ‘Siz kim oluyorsunuz ki beni dışarı atmak istiyorsunuz’ demiş ve bunun üzerine orada bulunan jandarma üst çavuşunun müdahalesiyle olay büyümeden önü alınmıştır...” (11)

Akçadağ Öğretmen Okulu’nda meydana gelen olayların sonucunu merak etmeyiniz. Hiçbir şikayet ve soruşturma sonuç vermedi. 600 öğrenci, 20 öğretmen okuldan uzaklaştırıldı. Okul, tamamen Ülkü Ocaklarının karargahı haline geldi.

Parlamento üstü bir örgüt

Devletin ekonomik ve politik desteği ve korumasıyla güçlendirilen Ülkü Ocakları, kendilerini devlet yerine koyuyorlardı. Dokunulmazlıkları vardı. Devletin en üst organı olduklarını her yerde ve ortamda açıkça söylüyorlardı. Nitekim Ülkü Ocakları Malatya Şube Başkanı, yaptığı bir basın açıklamasında bakın ne diyor:

“... büyük Türk Milletine ve onun yetkililerine şunu bilhassa ifade etmek istiyorum. Ülkücüler parlamento dışı parlamenterlerdir. Yani ülkücüler milletin seçilmemiş milletvekilleridir. Ülkücüler bulundukları yerlerde millete hizmet ederler. Ülkücüler milletin bir yön ve hedef tayin etmeye çalışan öncüleridir, önderleridir. Hareketimiz meşrudur. Herkese açıkça şunu hatırlatırız ki, bizim Allah, Vatan, Millet, Devlet, Bayrak ve insanlığa hizmetten başka bir aşkımız yoktur...” (12)

Görüldüğü gibi, Ülkü Ocakları kendilerini ülkenin en üst kurumu olan parlamentonun da üstünde bir kurum olarak görmektedirler. Bu özellikleri nedeniyle, her türden katliam, tahrip ve yağma onların gözünde meşruydu. Evet Ülkü Ocaklarının dokunulmazlığı vardır. Kuruluşundan günümüze değin gerçekleştirdikleri onlarca katliamın, öldürdükleri yüzlerce aydının, bilim adamının hesabını vermemişlerdir. Onlardan herhangi bir hesap sorulmamıştır da. O tarihlerde Başbakan Süleyman DEMİREL’in, “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz...” demeci ve söylemi; kurdurduğu, koruduğu örgütle karşı karşıya gelmek istemediğindendir.

1970-1980 arasında Malatya’da bine yakın olay oldu, yüzün üstünde öğretmen, genç, memur, esnaf öldürüldü. Dokunulmazlıkları nedeniyle, bunca olaya karşın, Ülkü Ocakları yakayı ele vermemişlerdir. Malatya Emniyet Müdürlüğünün basına verdiği bilgilere göre, 1976’da 980, 1977’de 891 olay olmuştur. Yani iki yıl içinde Malatya’da meydana gelen olayların toplamı 1871’dir. Bu rakamlar, Malatya’da terörün nasıl tırmandırıldığının kanıtıdır.

Malatya Katliamı-3

Hamit Fendoğlu (Hamido) Olayı ve Katliam (1978)

Fendoğlu’na Gönderilen Bombalı Paket

Malatya KatliamiCumhuriyetin ilânından 1980’e kadar Malatya’da CHP ağırlıklıydı. 1946’dan 1960’a kadar Malatya’nın milletvekillerinin tümünü CHP kazanıyordu. 1961’den 1980’e kadar yapılan milletvekili seçimlerinde Malatya’nın 6 milletvekilinin 4’ünü CHP, geri kalan ikisini de sağ partiler alıyordu. (1965 seçimlerinde 1 milletvekilini TİP almıştı.) Malatya’nın iki senatörünü de CHP alıyordu.

Malatya Belediye Başkanlığını, 1920’den 1977’ye kadar CHP adayları kazanıyordu. 11 Aralık 1977’de yapılan Belediye Başkanlığı seçimlerini bağımsız aday Hamit Fendoğlu kazandı. Fendoğlu sağ görüşlüydü.

Fırat Nehri üzerinde Keban ve Karakaya Barajlarının yapılmasından sonra, baraj suyunun altında kalan yüzlerce köyün halkı Malatya’ya göç ettiler. Göçün altyapısı hazırlanmamıştı. Göçle gelenlerin büyük çoğunluğu varoşlara (gecekondu) yerleştiler. Bu insanlar, kent yapısıyla uyum sağlayamadılar. Ekonomik ve kültürel bunalımla karşı karşıya kalmışlardı. Göçün olumsuz etkilerinden doğan siyasal ve kültürel boşluğu, siyasal İslamcılar (tarikatlar) ile ırkçı-milliyetçiler doldurmaya, kente yeni gelen bu insanları siyasal düşünceleri doğrultusunda yönlendirmeye çalıştılar. İzinli-izinsiz sayısız Kuran kursu açıldı. Bu gelişmelerin sonucu Malatya’nın demokratik ve siyasal yapısında büyük değişimler oldu. Malatya İl Merkezinde güçlenen siyasal İslamcılar ve ırkçılar, Malatya’da Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrımı yaratmaya yöneldiler. Kent merkezinde işyeri açmış olan Aleviler, baskıyla göçe zorlanıyordu. Sık sık sağcılarla solcular çatışmaya; çeşitli mahalleler kurtarılmış bölge ilan edilmeye, faili meçhul cinayetler artmaya başladı. Mezhepsel ve etnik ayrışım ve saldırılar ilçe ve köylere değin uzandı. Hamit Fendoğlu, böyle bir ortamda (11.12.1977) bağımsız olarak Belediye Başkanlığı’na seçildi.

Hamit Fendoğlu, Malatya merkezine bağlı Burgurlu Köyü’nde dünyaya gelir. Küçük yaşta ailesiyle birlikte Malatya’ya taşınırlar, ama köyü ve mensup olduğu İzollu Aşiretiyle ilişkilerini ve bağını koparmadan sürdürür. Genç yaşta politikayla ilgilenmeye başlar. 1946’da DP’nin gençlik kollarıyla ilişkisi gelişir, partiye üye olur. Lise öğreniminden sonra çiftçilikle uğraşan Hamit Fendoğlu, renkli, hareketli kişiliğiyle Malatya’da isim yapar; etkin kişiler arasında yerini alır.

27 Mayıs 1960 darbesiyle DP kapatılır. DP’nin milletvekilleri, bakanları ve yöneticilerinin çoğunluğu gözaltına alınır. Hamit Fendoğlu da gözaltına alınarak Yassıada’ya gönderilir. Orada DP’nin üst yöneticileriyle birlikte yargılanır.

1965 Milletvekili Genel Seçimlerinde DP’nin devamı olan AP’nin listesinde Malatya Milletvekili seçilen Fendoğlu, 1969’a kadar Milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. TBMM’de Tabii Senatör Sıtkı Ulay’a, TİP Milletvekili Çetin Altan’a, İrfan Solmazer’e saldırır. Bu nedenle adı kavgacı olarak yayılır. Yakın arkadaşı olan gazeteci Abdullah Uraz, gazetedeki köşesinde Hamit Fendoğlu hakkında şunları yazar:

“... Sık sık çıkan kavgalarda buna dayanamayan Hamido, ön safta bu kavgalara karşın kendisini tutamazdı. Hakkında yayınlar başlar. O, bunlardan üzülür şöyle derdi: ‘Yahu bu işi anlamıyorum. Beni hadise makinesi gibi gösteriyorlar. Yahu siz ne biçim gazetecisiniz... Sizde Allah korkusu yok mu? Görmediniz mi? Ben mi olay çıkardım? Ben mi bir kimseye hakaret ettim? Tahrik ettim? Onlar tahrik edecek, küfür edecek, benim liderime, hatibime bunları yapacak, üstlerine yürüyecek... Sonra... Sonra ben de duracağım. Olur mu öyle şey? Bu Hamido’ya yakışır mı? Sonra da beni suçlu gösteriyorlar’...” (13)

Hamit Fendoğlu, hareketliliği nedeniyle AP yönetimiyle anlaşamaz, partiden ihraç edilir. Ferruh Bozbeyli’nin kurduğu Demokratik Parti’ye geçer. 1973 Milletvekili Genel Seçimlerinde bu partiden aday olur, ama seçimi kazanamaz. 15 Şubat 1975’de Malatya’da meydana gelen saldırıda yer alır. Tutuklanarak Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanır.

Fendoğlu, 1977’de yapılan seçimlerde MSP, MHP ve sağ güçlerin, örgütlerin desteğiyle bağımsız olarak Belediye Başkanlığını kazandı. Belediye Başkanı olduktan sonra siyasal İslamcılar ve milliyetçilerle (ülkücüler) arasının açıldığı söylentisi yaygınlaşıyordu. 1978’de Türkiye’de politik ortam oldukça karışıktı, sol ve sağ gruplar birbirleriyle kıyasıya çatışma içindeydi. Halk tedirgin, muhalefet partileri (AP, MSP, MHP) tahrik ediciydi. Siyasal iktidar (CHP) yetersizdi...

Böyle bir ortamda, Ankara-Emek PTT’sinden Hamit Fendoğlu adına bir koli gönderilir. Koli, Kasım Önadım adıyla gönderilmiştir. Kasım Önadım, Hamit Fendoğlu’nun çok sevdiği bir arkadaşı, dostudur. Koli, Malatya PTT’sine gelir; Fendoğlu 14 Nisan 1978’de koliyi aldırtır. İşlerin yoğunluğu nedeniyle koli birkaç gün belediyede kalır. 17 Nisan günü akşamı Fendoğlu koliyi arabasıyla evine götürür. O anı, Hamit Fendoğlu’nun eşi Mukaddes şöyle anlatmaktadır: “Hamit eve geldi. Elinde bir paket vardı. Çocuklar ‘Ne o dede?’ deyip etrafını sardılar. Hamit de ‘Kasım amcanız size çikolata göndermiş’ dedi.” (14)

Hamit Fendoğlu, koltuğuna oturmuş, kolinin ambalajını açmaya çalışıyordu. Kolinin kapağı açıldığında ani bir ses ve patlama binayı sarsar. Mutfakta bulunan eşi salona koştuğunda Hamit’in paramparça olduğunu, torunlarının ve gelinin de kanlar içinde yerde yattıklarını görür, korkunç olay karşısında ne yapacağını şaşırır. O sırada komşuları koşuşarak olay yerine yetişirler. Hamit Fendoğlu’yla aynı köyden ve yakını olan AP İl Başkanı Avukat Bayram Özcan da ilk yetişenlerden biridir. Avukat Özcan’ın anlatımından:

“Yakın komşuyuz. Olayı duyduğumda ilk yetişenlerden biriyim. Hamit parçalanmıştı, torunları ve gelini halen canlılardı. Onları bir an evvel hastaneye yetiştirmeye çalışıyorduk. O sırada evin önünde sayıları 100 kadar olan bir grup birikti, slogan atmaya başladılar. Bu acıya yenilerinin ekleneceğinden kuşku duyuyordum. Ölü ve yaralıları hastaneye yetiştirdik, maalesef yaralıları kurtaramadık. Biz bu telaşın içindeyken, hastanenin önünde sayılarının 1000 kadar olduğu tahmin edilen bir grubun toplanmış olduğunu, sloganlarla şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtiklerini, sağa sola saldırdıklarını sonradan öğrendim. Kuşkularım daha da arttı. Malatya’nın yeni acılarla karşılaşmasını istemiyordum. Bu ülke, bu toprak, bu insanlar bizim. Uygarca ve hoşgörü içinde sorunlarımıza çözüm aramalıyız. Maalesef sağ-sol grupların çatışması hepimizi üzmektedir. Yarın nelerin olacağını tahmin etmiştim. Hastaneden şehir merkezine yürüyüşümde emniyetin ortalıklarda görünmemesi kuşkularımı daha da arttırıyordu. Hemen il yetkilileriyle görüştüm, önlem alınmasını önerdim, Hunharca yapılan bir katliamın sorumlularını Malatya’da aramak acelecilik olurdu...”

Malatya Cumhuriyet Savcısı Halim Karabeyoğlu: “Olayın olduğu gece Adalet Bakanlığı Müsteşarına olayları ayrıntılı olarak anlattım. Sıkıyönetimin mutlaka gerekli olduğunu da anlattım. İlgililere anlattım...” (15)

Malatya’da bulunan CHP senatörleri, düzenledikleri basın toplantısında Hamit Fendoğlu’nun ve yakınlarının ölüm olayını kınayarak ertesi gün meydana gelmesi muhtemel olaylara yetkililerin dikkatini çekerek önlem alınmasını istiyorlardı. (16)

Hamit Fendoğlu ve yakınlarının ölüm haberi hemen İçişleri Bakanına bildirildi. Bunun üzerine Diyarbakır’da bulunan Emniyet Genel Müdürü Gündüz Atabek ve Jandarma Genel Komutanı Şahap Yardımcıoğlu uçakla Malatya’ya geldiler. Vilayette Vali, Emniyet Müdürü ve Jandarma İl Komutanı ortak toplantı yaparak önlemleri görüştüler.

Gelişmelerden kuşku duyan CHP Malatya İl Örgütü, demokratik kitle örgütleri, basın ve duyarlı kişiler, Başbakanı, İçişleri Bakanını, Valiyi ve diğer yetkilileri arayarak önlem alınmasını istediler. Bütün bu çabalar, “Sakin olunuz, tahriklere kapılmayınız, devlet güçlüdür, her şeyin üstesinden gelecektir. Gerekli önlemler alınmıştır” yanıtıyla karşılaşıyordu.

Oysa katliamın olduğu gece, göstericilerin saldırı ve taşkınlıkları, ertesi günün nasıl olacağının işaretiydi. Bunca uyarılara ve saldırılara karşın önlem alınmaması düşündürücüdür. En azından yakın illerden güvenlik kuvveti istenilerek, şehrin giriş ve çıkışlarını denetleyebilirlerdi. Şehir merkezinde güvenlik güçlerinin sayısını artırabilirlerdi. Ama hiçbiri olmadı...

Bindirilmiş Kıtalar Görev Başında

Malatya Katliami18 Nisan 1978 Salı. Sabahın erken saatlerinden itibaren kente, komşu il ve ilçelerden, köylerden akın akın insan gelmeye başlamıştı. Gelenlerin bir bölümü belediyenin önünde, diğer bir bölümü de Samanpazarı’nda toplandı. Toplananların sayısı kısa sürede on bini aştı. Çoğu 15-20 yaşlarında gençlerdi. Gençlerin ellerinde özel hazırlanmış sopalar, zincirler, nacak gibi saldırı aletleri bulunuyordu. Yüzleri maskeli olan çok sayıda kişi de, toplanan grupların önüne geçtiler. Bir kol, Cezmi Kartay Caddesine yöneldi. Burada bulunan işyerlerinin çoğunluğu Alevilere aitti. Bir kol, Fuzuli Caddesine, bir kol Akpınar, Yoğurtpazarı, Mısırlı Çarşısı ve eski Halep Caddesine; bir kol da Turan Emeksiz Caddesine doğru “Kahrolsun Komünizm, katil Ecevit, Müslüman Türkiye, Dan Dan Hamido’ya intikam” sloganlarıyla yürüyüşe ve saldırıya geçtiler.

Göstericilerin önünde bulunan maskeliler, solcu ve Alevilere ait önceden işaretlenmiş işyerlerini göstererek tahrip ettiriyor, arkasından gaz dökerek yakıyorlardı. Yanan yağların, mobilyaların, halıların, deterjanların kokusu ve dumanı tüm Malatya’yı sardı.

Siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin (CHP, TÖB-DER, TÜM-DER, Tütüncüler Derneği) merkez binalarıyla, Gayret, Görüş, Ekspres, Baydağı, Güneş Gazetelerinin matbaa ve idarehaneleri, Tekel bayileri, gazete bayileri yerle bir edildi. Rakı, şarap ve benzeri içkilerin satıldığı lokantaların, Tekel bayilerinin ve marketlerin önü kırılmış şişelerle, masalarla birbirine karışmıştı. Ateşe verilen bu yerlerden çıkan kokular insanları sersemletiyordu. Malatya’nın üstüne pis kokulu kara bir duman çökmüştü. Alçaktan uçan jetlerin sesleri karmaşa havasını artırıyordu.

Yeni katılanlarla göstericilerin sayısı 20 bine yaklaşıyordu. Denetim elden çıkmıştı. Artık kimin ne yaptığı bilinmez olmuştu. İşaretlenmiş işyerleri ve konutlar tahrip ve yağma edilerek ateşe veriliyordu.

Ortaklıkta başlarında maskeliler olduğu halde, ellerinde benzin bidonuyla dolaşan on binlerce saldırgandan başka kimse yoktu. Güvenlik güçleri de yoktu. Belki o gün izinlilerdi! Yalnızca jet uçakları alçaktan uçarak ve sesleriyle saldırganları caydırmaya çalışıyorlardı. Ancak bu bir işe yaramamıştı. Sokaklara dökülen eşyalar alev alev yanıyordu. Cadde ve sokaklar atılmış buzdolapları, mobilyalar, televizyon ve radyolar, içki şişeleri, yağ kutuları, kumaşlar, ayakkabılar, sebze ve meyveler, cam parçaları, kapı ve pencere kırıkları, gaz tüpleri, devrilmiş otolardan geçilmiyordu. İçin için yanan eşyalardan yükselen ağır ve değişik kokular ve kara duman göz açtırmıyordu. Ateşi söndürmeye gelen itfaiye araçları, hortumları kesilmiş olarak sokaklarda bekletiliyordu.

Şehir merkezinde sağlam yer kalmamış ve saldırganların da işi bitmişti. Bu kez mahallelere yöneldiler. Rastladıkları genç kızlara sarkıntılık etmeye, yaşlı kadınları dövmeye başladılar. Bu ortamda nereden geldiği bilinmeyen bir kurşun, saldırganlar arasında bulunan İnönü Üniversitesi öğrencisi Tahir Kökçü’yü kafasından ağır yaralamıştı. Hastaneye kaldırılan yaralı kurtarılamış ve yaşamını yitirmişti.

Olayları yatıştırmak amacıyla bir konuşma yapan Malatya Cumhuriyet savcılarından Necati Sezener ile Adıyaman‘dan gelen Jandarma Komando Birliği komutanı Yüzbaşı Arif Doğan saldırıya uğradı ve her ikisi de bıçak ve kurşunla yaralandı.

Malatya’nın etkin ailelerinden birine mensup olan Devlet Hastanesi Başhekimi Yüksel Fenercioğlu, olayları yatıştırmak, yakma ve yıkmayı önlemek amacıyla bir konuşma yapmak istedi, ancak gözlerini kin bürümüş maskeli saldırganlar yine saldırdı. Dr. Yüksel Fenercioğlu ve yanındakiler ateşli silahla yaralandı. Yaralılar Devlet Hastanesinde tedavi altına alındı.

Kalabalık bir grup, Alevilerin yoğun olduğu Ata (Haçova), Cemal Gürsel ve Başharık Mahallelerine doğru yürüyüşe geçti. Turan Emeksiz Caddesinin üzerinde bulunan yüzlerce işyeri ve evin camlarını kırarak eşyalarını sokaklara atıyor, gaz dökerek yakıyorlardı. Bu sırada bir apartmandan saldırganların üstüne ateş açılır. İki kişi yaralanır. Saldırganlar da apartmanı ateşe verirler.

Saldırganların geliş haberini alan üç mahallenin sakinleri sokak ve yollarda barikat kurarak güvenliklerini sağlamaya çalışırlar. Aralarında silahlı kimseler de bulunmaktadır. Yaşlılar, silahlı bir çatışma olasılığını ortadan kaldırmaya çalışıyor, “Komşular, gençler sizden ricamız, aman kimseye silahla karşılık vermeyesiniz, öldürmeye çalışmayasınız. Varsın evlerimizi, işyerlerimizi yağmalasınlar, yaksınlar. Evler yapılır, işyerleri yeniden açılır. Ama ölüm unutulmaz; kin ve kan davasına dönüşür. Malatya’da hepimiz (Alevi-Sünni, Türk-Kürt) komşuyuz. Her gün yüz yüze bakıyoruz. Şu kötü niyetlilere uymayınız, oyuna gelmeyiniz” diye gerginliği yatıştırmaya çalışıyorlardı.

Saldırganlar, Turan Emeksiz Caddesinde “Komünistlere ölüm, katil Ecevit, dan dan Hamido’ya intikam, Müslüman Türkiye” diye slogan atarak, önlerine gelen işyerlerini, konutları tahrip ediyor ve yakıyorlardı. Tam bu sırada askeri birlikler cemselerle olay yerine yetişerek, olası kanlı bir çatışmayı önlediler.

Saldırganların bir kolu, Malatya’nın büyük semtlerinden biri olan Sıtmapınarı’na yönelmişti. Burası, işçilerin yoğun olduğu bir semtti. Saldırganlar, yıka yaka Sıtmapınarı’na ulaştı ve Alevi ve solculara ait işyerlerinin tümünü tahrip etti.

Üç öğrencinin hunharca öldürülüşü

Çilesiz Mahallesi, Malatya’nın güneybatısında, bahçeli bir semttir. Kentin eski mahallelerinden biri sayılır. Yüzyıldan beri Alevilerle Sünniler iç içe yaşamaktadır. Mezhep sorunları yaşamadan ortak iş yapmışlar, az da olsa birbirlerine kız alıp-vermişlerdir. Karanlık eller durmaz ki; Hamit Fendoğlu’nun hunharca öldürülmesini fırsat bilenler saldırılarını bu semte de yönelttiler.

Çilesiz Mahallesi’nin halkı, Malatya Merkezi’ndeki saldırı olayını üzüntü ve kuşkuyla izlerken; mahallenin çocukları da bahçede top oynamaktadırlar. Saat 12.00’ye doğru bir araba, top oynayan çocuklara yaklaşır. Arabadan biri iner, “Naci, Sait, Özcan” diye ismen çağırdığı üç çocuğu arabaya alır ve uzaklaşırlar. Arkadaşları da, herhalde öğretmenleridir, bir yeri göstermek için götürdüler, düşüncesiyle başta ailelerine haber vermezler. Ama sonra kuşkulanırlar ve ailelerine bildirirler.

Götürülen çocuklar (Özcan Türksever, Sait Hazar, Naci Erguvanlı) 14-15 yaşlarında olup, Gazi Lisesinin öğrencileridir. Üçü de Alevi ailenin çocuklarıdır. Birkaç saat sonra acı haber gelir. Çocuklar önce işkence görmüş, sonra kafalarına sıkılan kurşunlarla öldürülmüştür. Katiller bununla da yetinmemişler, cesetleri, Malatya’ya 8 kilometre uzaklıktaki Beylerderesi’nde demiryolu tüneli önünde rayların üstüne bırakmışlardır. Üzerlerinden tren geçen cesetler paramparça olarak bulunmuştur. Çocukların aileleri, katillerin bulunması için kuşkulandıkları bazı isimleri ilgili makamlara vermişler, ancak sanki yer yarılmış katiller içine girmiş gibi, cinayetler yapanların yanına kar kalır.

Saat 16.30 sıralarında komşu illerden gelen askeri birlikler saldırganları ve saldırıyı denetim altına alırlar.

Celal Bayar ve Süleyman Demirel Malatya’da

Hamit Fendoğlu’nun ve yakınlarının cenazeleri, Bulgur Köyü’ne götürüldü. Cenaze törenine katılmak üzere eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ile MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, Esenboğa Havalimanına giderler. Ancak, olaylar nedeniyle Malatya Havaalanı hava trafiğine kapatıldığı için, Bayar ve parti başkanları, uzunca bir süre Havaalanının açılmasını bekler. Sonunda uçakla Malatya’ya, oradan da karayoluyla doğruca Bulgurlu Köyü’ne giderler.

Celal Bayar, bir gazetecinin sorusu vesilesiyle değerlendirmesini yapar: “Bu münasebetle tekrar edeyim ki, bugünkü tutumla anarşi dediğimiz milletlerarası ihtilalci komünizmin önüne geçilemez. Ancak bu mesele, komünizm tehlikesine inanmış olan kimselerin, alacakları çok ciddi ve şumullü tedbir ve icraatları ile hal ve tasfiye olunur.” 17 Celal Bayar, bir zamanlar “Kışla birlikte komünizm gelecek” demişti.

Cihad ve din

Hamit Fendoğlu’nun ölümünden iki gün önce Bilim ve Kültür Derneği adlı bir kuruluş, Malatya’da “Milletim Uyan” başlıklı bir bildiri dağıtır. Bildiride şu ifadeler yer almaktadır:

“Milletini seven subay, öğretmen, memur, talebe, işçi, köylü, kendini devletin, milletin temiz ideallerine adayan değerli kardeşlerimiz, komünistler tarafından kahpece şehit edilmişlerdir. Müslümanlar, bizi yok etmeye yönelen İslam ve millet düşmanlarının karşısında, müdafaa kavgasında birleşelim. İçinde bulunduğumuz zor günler, bütün Müslümanları bir araya getirmelidir. Vedatlar, İbrahimler; sizlerin bıraktığınız yerden davamız daha da yükselecek, komünist katillerden intikamınız mutlaka alınacaktır.” (18)

18 Nisan günü, Malatya’da saldırı başladığı saatlerde Belediye hoparlöründen Kuran okumaya başlanır. Kuran’ın okunmasından sonra sağcı bir grubun hoparlörden yaptığı “Din elden gidiyor. Camilere de bomba konuluyor” anonsları aralıksız akşama kadar sürmüştür. Böylece halkın dini duyguları kışkırtılarak katılımın çoğaltılmasına, saldırıların yaygınlaştırılmasına çalışılmıştır. “Güçlü devlet”in Malatya’daki temsilcileri ise bu tahriklere seyirci kalmıştır.

Olay gecesi

18 Nisan’ı 19 Nisan’a bağlayan gece, sağcı ve solcular, olası bir saldırının korkusunu yaşıyorlardı. Kimi mahallelerde azınlıkta olan Aleviler, Alevilerin yoğunlukta olduğu ‘Cemal Gürsel, Ata, Samanlı, Özalper, Çavuşoğlu, Başharık Mahallelerine sığınarak kendilerini güvenceye almaya çalışıyorlardı. Tüm mahalle ve sokaklarda nöbet tutuluyordu. Aleviler ve solcular, olası bir saldırıda haberleşmek üzere birbirlerinin telefonlarını alıyorlardı. Sokaklardaki nöbetlerin yanı sıra, evlerde de nöbet tutuluyordu. Silahlı olmayanlar mutfak bıçaklarını, tahra, balta gibi kesici aletlerini yanlarında bulunduruyorlardı. Evlerin ışıkları söndürülmüştü ve insanlar yangına karşı kendilerince önlemler almışlardı. Az da olsa bazı kişiler, gecenin karanlığında evlerinin yol cephesini yeşile boyamışlardı. Kimi evlerin pencerelerinde ise, “Bu evde Hamido’nun yası var” yazılı kağıtların asılı olduğu görülüyordu. Telefonla mahalleler arası haberleşme aksamadan sürdürülüyordu.

Gece yarısı olmuştu ki, bazı mahallelerden silah sesleri duyulması heyecan ve korkuyu doruğa çıkardı. Telefonlaşmalar, çeşitli yollarla haberleşmeler ve bilgi alma çabaları yoğunlaşmıştı. Gözü yaşlı anneler, bebelerini katliamdan nasıl kurtaracaklarının umutsuz çareleri üzerine kafa yoruyordu. Kimi kadınlar ise, erkeklerin yanında çatışmaya hazırlanıyorlardı.

Şehir merkezinde tahrip edilen ve yakılan işyerlerinin yangını devam ediyordu. Karanlığı artıran ağır ve kokulu bir dumanla kaplı gökyüzü, korkuyu artırıyor, tehdidi insanların yanan genizlerine ulaştırıyordu. İlk gece, önemli bir olay yaşanmadan ama herkesin tetikte olduğu bir şekilde geçti.

Ertesi günün gazetelerinde saldırıya ilişkin manşetler şöyleydi:

* Bine yakın işyeri yakılıp tahrip edildi. Polis ve Jandarma müdahale etmeyince Jetler uçuruldu. (Son Havadis, 19. 04. 1978)

* Fendoğlu’nun mensubu olduğu Bulgurlu Aşiretlerinden onbinlerce kişinin şehre girmesiyle büyüyen olaylar sırasında bin kadar işyeri ve ev kundaklanarak, 3 kişi öldürülmüş, 30 kişi yaralanmıştır. (Tercüman, 19. 04. 1978)

* Dün sabah erken saatlerde çoğunluğu köylerden gelen ellerinde uzun sopa ve zincir bulunan binlerce kişi şehir içinde gösteri yaptılar. Polisin kendilerine karşı koymaması sonucu, birçok işyeri tahrip edilerek yakıldı. (Hürriyet, 19. 04. 1978)

* Malatya, saldırgan gruplar tarafından savaş alanına çevrildi. (Cumhuriyet, 19.04. 1978)

* Malatya’da en az 700 işyeri tahrip edildi. Belediye hoparlörlerinden “Din elden gidiyor, camilere bomba konuluyor” anonsları yapıldı. (Milliyet, 19. 04. 1978) (19)

Saldırganlar Mahallelerde

Beydağı tepelerinde kente ulaşan güneşin ışıkları, yangının karabulutunu delerek tahrip edilmiş ve yakılmış yerleri aydınlatmaya çalışıyordu. Yeni bir günün sabahında, geceyi ayakta nöbet tutarak geçirmiş olanlar, görevlerini yenilere bırakıyordu. Mahallelerden ya da sokaklardan birer temsilcisi, yakılan ve tahrip edilen yerleri görmek, ayrıntılı bilgiler getirmek üzere, şehir merkezine gönderildi. Kimi işyerlerinin sahipleri de enkazı temizlemeye, arta kalan eşyalarını toplamaya gelmişti. Caddeler, sokaklar dükkan ve işyerlerinden çıkarılmış kırık dökük ve yanık eşya kalıntılarıyla doluydu. Yangın için için devam ediyordu. Kokudan ve enkazdan geçilmiyordu. Askeri birlikler ve güvenlik güçleri tam teçhizatla ikişer ikişer dolaşıyorlardı. Motorize birlikler de caddelerde ve mahalle aralarında devriye geziyorlardı.

Şehir merkezinde tahrip edilen ve yakılan işyerlerinin önü ile, cadde ve sokaklar insanla dolmuştu. Herkes birbirine kuşkuyla bakıyordu. En ufak bir tartışma kanlı olaylara dönüşebilirdi. Böyle bir ortamın yaratılmasının sorumluluğunu kimse üstlenmek istemediğinden olacak ki, kimse kimseyle konuşmak istemiyordu.

Saldırganların, Alevilerin yoğun olduğu mahallelere yöneldiği haberi fısıltıyla yaygınlaşınca; şehir merkezi yavaş yavaş boşalmaya başladı.

Beydağı Mahallesi, Beydağı’nın batı cephesinin dik yamaçlarına yerleşiktir. Buraya yerleşenlerin çoğunluğu Elazığ, Tunceli, Sivas, Adıyaman’ın köylerinden gelenlerdir. Varoş olarak (gecekondu) tanınan bu mahallenin kanalizasyonu, suyu, yolu yoktur. Cemal Gürsel Mahallesi de aynı sorunlarla karşı karşıyadır. Bu mahalleler, gecekonduların tüm tipik sorunlarını yaşayan, işsizliğin kol gezdiği, yoksulluğun bel büktüğü yerlerdir. Böyle bir ortamda tarikatların, milliyetçilerin, solcuların egemenlik yarışına girmeleri kaçınılmaz olmuştur.

Silahlı çatışmanın patladığı haberi ilk bu semtten geldi. Beydağı Tepesinden bir grubun otomatik silahlarla ateş açması üzerine, mahalleden, adeta “Geleceğiniz varsa, göreceğiniz de var” dercesine, silahını eline alan rasgele ateş eder. Binlerce mermi sıkılır. Bu sırada 10-15 kişi de yaralanır. Haberi alan askeri birlikler olay yerine yetişirler. Tepeden ateş edenler, Beydağı’nın yükseklerine doğru kaçışırlar. Mahalle içindekiler de kaçışarak görünmemeye çalışırlar. Beydağına kaçmak isteyenler, havadan izleyen helikopterin yardımıyla silahlarıyla birlikte yakalanırlar. Yakalananların sağ gruptan olduğu söylenir. Bu arada, güvenlik güçleri tarafından mahallede de arama yapılır, çok sayıda kişi gözaltına alınır. Aramada bol miktarda silah ve mermi ele geçirilir.

Beydağı, Başharık ve Cemal Gürsel Mahallelerinde silahlı çatışma çıktığı sırada, Başharık’ın Yakıncı Sokağında oturan biri dışarı fırlayarak, “Ey Müslümanlar ve duruyorsunuz, Aleviler ve komünistler yukarıda yüzlerce Müslümanı öldürdüler. Dernek kanalı cesetlerle dolu...” diye bağırır. Bunun üzerine, bağıranın karşı komşusu ve mahallede “Babaanne” olarak tanınan, namazlı, aptesli yaşlı bir kadın dışarı çıkar ve “Ulan sahtekâr, yalancı, sen evindeydin. Silah sesleri ta uzaklardan geliyor. Kapı komşularını birbirlerine mi düşürmek istiyorsun?” diyerek eline aldığı taşla adamın arkasına düşer. Eğer o yaşlı anne olmasaydı, belki bu sokakta da çatışma çıkmıştı.

Bu kez kötü haber Çavuşoğlu Mahallesinden geldi. Habere göre, bu mahallede silahlı çatışma çıkmıştı. Çavuşoğlu Mahallesinde oturanların yüzde 80’i Alevi kökenlidir. Sağcı bir grup mahalleyi silahla basar, belirli yerlere ateş ederler. Mahalleden de karşılık verilir. Az sonra olay yerine yetişen polisin, saldırganların peşine düşeceğine, mahallenin içine dalarak evleri aramaya başlamasından yararlanan sağcı grup kayıplara karışır. Mahalle sakinleri, polisin yanlı tutumunu protesto ederek “Bizim evlerimiz burada, önce burayı basıp ateş edenleri, evlerimizi yakanları yakalayın” diye sert tepki gösterirler. Silahlı saldırı sırasında mahalleli gençlerden 16 yaşlarındaki Aziz Yüce bacağından yaralanmış, birkaç ev de ateşe verilmiştir. Polis yanlı tutumunda kararlıdır, evleri aramaktan vazgeçmez. Bazı evlerde silah ve mermi ele geçirilir. Ayrıca mahallede kırk kişi de gözaltına alınır.

Özalper (Samanharkı) Mahallesi de sağcı bir grubun silahlı baskınına uğrar. Saldırganlar, bazı işyerlerinin ve evlerin camlarını kırar. Konutlardan da silahla karşılık verilmiş, ardından saldırganlarla mahalleli, sokakta taş ve sopalarla birbirlerine girmişlerdir. Çok sayıda kişi yaralanır; Polis, silahlı ve sopalı sağcı grupları görmezlikten gelerek; işyerleri ve evleri saldırıya uğrayanları toplamaya yönelir. Bu kez polise karşı tepki yoğunlaşır. Bu sırada olay yerine askeri birlik yetişir, mahalleyi kontrol altına alır. Yapılan aramalarda silah ve mermi ele geçirilir, bunları taşıyan ya da bulunduranlar da gözaltına alınır.

Özalper Mahallesinde, saygınlığıyla tanınan Yusuf Güzel tepkisini dile getiriyordu: “Hamido’nun ve yakınlarının ölümü hepimizi çok üzmüştür. Ama mahallede oturan Alevilerin suçu nedir? İki gündür evlerimizi, işyerlerimizi tahrip ettiler, yaktılar. Kanlı bir olay çıkmasın diye gençlerimizi evlerde tutarak dışarı bırakmadık. Onların canı varsa, bizim de var. Bir yanda faşistler saldırıyor, bir yanda polis bizi eziyor. Böyle devlet, adalet olmaz. Bizi canımızdan bezdirdiler.”

Kalender Ağdaş isimli yaşlı bir vatandaş da, bir polis yetkilisiyle tartışıyordu. “Memur bey, iki-üç gündür var mıyız, yok muyuz. Gözümüze uyku girmedi. Şu karşıdaki evlerin, şu yukarıdaki evlerin, şu sokaktaki evlerin tümü Sünni. 30-40 yıldan beri komşuyuz. Aramızda değil mezhep, çocuk kavgası bile olmadı. İki günden beri Alevilere, solculara ait ev ve işyerlerimizi yaktılar. Kanlı olay olmasın diye çocuklarımızı, gençlerimizi sokağa bırakmıyoruz. Faşistler silahla kollarını sallayarak geliyorlar, dükkanları, evleri yakıyorlar, tahrip ediyorlar. Polisler de geliyor, onları değil, suçlu diye bizi alıp götürüyorlar. Devlet, Alevilere, şehirde işiniz yok, işyeri açamazsınız, işçi olarak çalışamazsınız, çocuklarınızı okutamazsınız, yeniden köylerinize gidin, davar-sığır güdün desin. Bu nedir? Faşistler uzaklardan gelip bize saldırıyor, ateş ediyor. Polis geliyor bize saldırıyor, bizi toplayarak götürüyor...”

Mahallelerde silahlı çatışmaların yoğunlaştığı haberleri yaygınlaşıyordu. Olayın birinci günü Çilesiz Mahallesinde bahçede top oynayan üç lise öğrencisi kaçırılmış ve işkenceyle öldürülmüşlerdi. Öldürülen bu gençlerin cenaze törenine on bin kadar kişi katılmıştı. Cenaze törenine katılan kadınlar gözyaşlarıyla ağıt söyleyerek, yaşlılar suskun, gençler slogan atarak yürüyorlardı. Güvenlik güçleri, kortejin yolunu değiştirmek için engellemeye çalışmıştı. Kortejdekiler de direniyor ve belirlenen güzergâha gitmek istiyorlardı. Güvenlik güçleriyle kortejdekiler arasında sert tartışmalar, itişmeler de olmuştu. Güvenlik güçleri, bazı gençleri gözaltına almaya kalkışınca, tartışmalar daha da sertleşiyordu. Askeri birliklerin devreye girmesiyle olay tatlıya bağlandı. Cenazeler, Kuyuönü Mezarlığında toprağa verildi. Tam bu sırada Cemal Gürsel Mahallesine silahlı saldırı düzenleyen sağcı bir grupla solcular arasında çatışma başlamıştı. Binlerce merminin sıkıldığı çatışmada 10 kadar kişi yaralandı. Askeri birliklerin yetişmesi üzerine çatışan gruplar kaçışmaya başladılar. Çok sayıda kişi gözaltına alındı. Aramalarda bol miktarda silah ve mermi yakalandı.

Çatışmaların çıktığı mahallelerin tümü Alevilerin yoğun olduğu yerlerdi. Başka yerlerden gelen sağcı gruplar silahla saldırıyor, güvenlik güçleri gelince kaçışıyorlardı. Güvenlik güçleriyse kendini savunan mahalle halkını gözaltına alıyordu. Tüm bunların, Alevileri gözaltına almak için hazırlanmış bir oyun olduğunu düşünenler de olmuştu. Çünkü silahla saldıran sağcılar nedense yakalanmıyordu. Yakalanan az sayıda sağcıyı da askeri birlikler ele geçirmişti.

19 Nisan akşamı, güvenlik güçleri ve askeri birliklerin ortaklaşa çabalarının sonucu olaylar denetim altına alınmıştı. Ama korku ve kuşkular günlerce sürdü. Mahalle, sokak ve ev nöbetleri devam etti.

İçme suyuna zehir konulması

İki günden beri devam eden saldırının, işyerlerinin ve konutların yakılıp yıkılmasının yarattığı sinir gerginliği, korku ve heyecan sürüyordu. Bu gece ve yarın neler olabileceği olasılıkları üzerine tahminler, yorumlar yapılıyordu. Tam bu sırada, şehrin içme suyuna zehir konulduğu haberi kısa süre içinde tüm kentte yayıldı. Bilinmeyen biri tarafından, emniyete, bazı kurumlara ve basına telefon edilerek içme suyunun bulunduğu ana depoya çok miktarda zehir atıldığı bildirilir. Bunun üzerine Valilik, her olasılığı düşünerek tahlil sonuçları gelinceye kadar kent suyunun içilmemesini anons eder.

İki-üç günden beri uykusuzluğun ve olumsuz ortamın gerginliğinden rahatsız olan bazıları zehirlendikleri şüphesiyle hastanelere başvurur; hastanelere kasıtlı olarak başvuranlar da olmuştur. Haber üzerine 8. Kolordu Komutanı, Sağlık Müdürünü de yanına alarak, tüm hastaneleri bizzat dolaşmış, hastalarla görüşmüş; hastane yetkililerinden bilgi almıştır. Kolordu komutanı ayrıca kentteki resmi, özel ve askeri hastanelerden suyun tahlilini istemiştir. Kısa süre sonra tahlil sonuçları rapor halinde gönderilir. Gelen raporların tümünde içme suyunda zehirli maddelerin bulunmadığı belirtilmiştir. Ancak Türkeş’i Malatya’ya geldiğinde evinde konuk etmiş olan Muhittin Turgut’un sahibi olduğu “Doğu Özel Hastanesi”ne zehirlenme şikayetiyle 200’e yakın başvuru olduğu, Muhittin Turgut’un gelenleri geri göndermediği, zehirlenme belirtilerini teyid ettiği, fakat böyle bir şeyin şimdilik olanaksız olduğu bildirilmiştir. (20)

Silah kaçakçıları devrede

Malatya’da silah kaçakçılığı yapan bir şebekenin Sünni elemanlarının, Sünni mahallelerinde tanıdıklarının aracılığıyla “Alevilere dışarıdan çok silah geldi. Saldırıya hazırlanıyorlar” diye söylenti çıkardığı, bu duruma karşı önerilerde de bulunduğu bildiriliyordu. Bu kişilerin şöyle konuştuğu anlatılır: “Bir Müslüman olarak, zorumuza gitti. Böyle bir gün ve ortamda Müslümanlara yardımcı olmazsak, Müslümanlığımızdan şüpheleniriz. Sağdan-soldan silah temin ettik. Size istediğiniz kadar silah vereceğiz. Para önemli değil, elinize geçtiğinde ödersiniz.”

Aynı şebekenin Alevi ortaklarının da, Alevilerin yoğun olduğu mahallelere giderek aynı biçimdeki söylemlerle güya yardımcı olmaya çalıştığı belirtilir. Kaçakçılar, böylece silahlarını, o günün fiyatlarının 3-4 kat üstünde pazarlama imkanı bulmuşlardır.

Hamit Fendoğlu’nun eşi hükümetin telgraflarını kabul etmiyor

Hamit Fendoğlu’nun eşi Mukaddes Hanım, saygın bir ev hanımıdır. Konukseverdir. Her akşam evinde en azından üç-dört konuğu bulunmaktadır. Tatlı dil, güleryüzle konuklarını, komşularını, arkadaşlarını memnun etmeye çalışır. İnsanlar arasında ayırım gözetmeden, fakir-zengin demeden herkesi aynı gözle görür, sever ve yardım elini uzatır. Çevrede sevilen bir hanımefendidir.

Mukaddes Hanım, eşinin, gelininin ve torunlarının acısını yaşarken Malatya’da işyerlerinin tahrip edildiğini, yakıldığını, üç öğrencinin öldürüldüğünü duyduğunda, “Bunlar olmamalıydı. Acımıza yeni acılar eklenmemeliydi. Biz ve Malatyalılar böyle acıyı hak etmemiştik” diye üzüntülerini belirtmiştir.

Hamit Fendoğlu’nun ve yakınlarının katledilmesinden dört gün sonra Başbakan Bülent Ecevit ile İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Fendoğlu’nun eşine birer başsağlığı telgrafı göndermişlerdir. Mukaddes Hanım, gelen her iki telgrafı da almaz ve gerekçesini şöyle belirtir:

“Bu suikast bir Kotil’e (İstanbul Belediye Başkanı), bir Dinçer’e (Ankara Belediye Başkanı) yapılmış olsaydı, Ecevit’in temsilcisi veya kendisi o cenaze töreninde bulunmaz mıydı? Bu acılı gönlümle Ecevit’e soruyorum: Eşimin cenaze törenine hükümeti temsilen kim gönderilmiştir?

“Hükümetin İl’deki temsilcisi Vali bile başsağlığı ziyaretine dört gün sonra gelmiştir. Ecevit iktidar olurken; ‘Analar ağlamayacak, göz yaşlarımız dinecek’ demişti. Şimdi anneler değil, babalar, babaanneler, kayınvalideler de ağlıyor..” (21)

Bir Bilanço

17 Nisan 1978 akşamı başlayan saldırı, tahrip ve silahlı çatışma; 20 Nisan akşamına kadar sürdü. Ancak üç gün içinde denetim altına alınabildi. Bu süre içinde 8 kişi ölmüş, 20’si ağır olmak üzere 100 kişi yaralanmış, 100 işyeri ve konut tamamen olmak üzere, toplam 960 işyeri ve konut tahrip edilmiştir. Olaylar sırasında onlarca oto da zarar görmüştür.

Bazı işyerlerinde yangının halen devam ettiği 20 Nisan günü şehir merkezindeki enkazı kaldırma çalışmaları başlatıldı. Cadde ve sokaklar ancak iki günde temizlenebildi. Bir yandan enkaz kaldırılıyor, bir yandan da mahkeme kanalıyla hasar tespiti yapılıyordu. Hasarın o dönemin değeriyle 100 Milyon TL olduğu belirlenmiştir. Ancak devlet 60 Milyon TL ödemiştir.

Doğu illerine gönderilen bombalar

Hamit Fendoğlu’na gönderilen bomba dışında, birbirinin benzeri ve ağırlıkları 1 kilo 350’şer gram, ambalajları da aynı olan üç paket daha 7 Nisan’da Ankara’dan postaya verildi. Bombalı paketler, Kahramanmaraş’ın Pazarcık İlçesi CHP İlçe Başkanı Memiş Özdal’a (Alevi), Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı Abdülkadir Oltu’ya ve Ahmet Akalın adında Adanalı bir işadamına gönderilmiştir.

Pazarcık’taki alıcı Memiş Özdal kuşkulanır ve paketi almaz. Postaneye getirilen paketi burada iki memur açar. Açılır açılmaz meydana gelen patlama sonucu, bir memur parçalanarak yaşamını yitirirken, diğeri de ağır yaralanır.

Adıyaman ve Adana’ya gönderilen paketlere, alıcılarına ulaşmadan İçişleri Bakanlığınca el konulur. Uzmanlar tarafından röntgen ışınlarıyla incelenen paketlerde bomba olduğu belirlenir ve paketler imha edilir.

Yapılan inceleme sonucu, bu paketlerdeki patlayıcıların, daha önce İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilerin üzerine atılan bomba ve ADMMA yakınlarında atılarak 5 kişinin yaralanmasına neden olan bombalarda kullanılanla aynı olduğu belirlenmiştir. Bombaların dinamit üzerine demir çubuklar ve şarapnel parçaları konduktan sonra telle sarılarak yapıldığı, ateşleme piminin kutunun kapağına bağlandığı saptanmıştır.

Uzmanlar, herhangi bir yerde yapılmasının mümkün olmadığını belirttikleri bu türden patlayıcıların ancak Atom Enerjisi Araştırma Merkezinde yapılabileceğini belirtmişlerdir. Bunun üzerine Ankara Nükleer Araştırma Merkezinde arama yapılmıştır. Bu merkezde çalışanların büyük çoğunluğu Ülkü Ocaklıdır. Ülkü Ocaklarının eski Genel Başkanı Muharrem Şemsek de burada çalışmaktadır. Muharrem Şemsek ve birkaç arkadaşı gözaltına alınır ve Nükleer Araştırma Merkezi de bir süre için kapatılır. Muharrem Şemsek ve arkadaşları daha sonra mahkemece serbest bırakılır. (22)

Bombalı paketler neden Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gönderilmiştir? Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da feodal yapı (aşiret, şıhlık, tarikat, ağalık) ağırlıktadır. Mezhep, Kürt-Türk çelişkisi bulunmaktadır, Bu yapının her an kavgaya hazır olduğu beklentisiyle bu bölgeler seçilmiştir. Amaç, bölgede karışıklık çıkarmak, kavga ve çatışma ortamının fitilini ateşlemektir. Böylesine profesyonel planlar, PTT organizasyonun kullanılması, sıradan örgütlerin işi değildir. Bunlar ancak, deneyimli, çok ilişkili kurum ve örgütlerin yapabileceği eylemlerdir, hazırlıklardır. Hamit Fendoğlu’nun ölümüne neden olan bombanın sırrı hâlen çözülmüş değildir.

“Hamido ile iki torununun ve gelininin katliyle ilgili suikastın, solcuların ve onlarla işbirliği halindeki bölücülerin eseri olduğuna dair bir bant gazetemizce ele geçirilmiştir.” (23)

Ortadoğu Gazetesi böyle yazıyordu. Ama aradan tam 20 yıl geçmiştir. Ortadoğu Gazetesinin ele geçirdiği söylenen bant nerededir? Niçin bu bant alınıp çözülmemiş, olay ortaya çıkarılmamıştır? Gazetenin ele geçirdiği ileri sürülen bant gerçekse, açıklanmasında bir sakınca mı vardır? Bombanın ve katliamların arkasında güçlü örgütler mi var? Bombalar Ankara Nükleer Enerji Araştırma Merkezi’nde mi imal edildi, eğer öyleyse bombalar kimler tarafından imal edildi, kimlere verildi? Birbirini izleyen sorular...kuşkular.. susan iktidarlar... tartışılan Kontr-Gerilla örgütü ve CIA...

Politikacıların söz düellosu

Başbakan Bülent Ecevit: “Malatya olayının rastlantı olmadığı, ülkede kutuplaşmayı körüklemek isteyen güçlerin, örgütlerin payının olduğu söylenmektedir. Muhalefet partileri Malatya’daki olaylara tam olarak temas etmemişlerdir, çünkü taraf tutmaktadırlar... Barışa razı olmayanlar vardır...” (24)

Tekin Erer (Son Havadis Gazetesi): “Komünist ve anarşist elbette bomba atacak, elbette yurtta huzursuzluk çıkaracaktır. Onun görevi esasen budur. Böyle olmazsa zaten biz onlara anarşist ve komünist damgasını vurmayız. Komünist ve anarşistlerin yurdu karıştırmak, milleti bölmek sabotajlar yapmak, cinayetler işlemek görevidir. Onların işi bu” (25)

Yaşar Okuyan (MHP Genel Başkan Yardımcısı): “Komünist alçaklar tarafından hunharca öldürülen Malatya Belediye Başkanı, değerli dava insanı merhum Fendoğlu’nun gerçek katillerini CHP iktidarı himayesine almaktadır. Ve milliyetçilere iftira savurmaktadır...” (26)

Süleyman Demirel (AP Genel Başkanı): “Hadiselerin altında komünizm, yıkıcılığın ve bölücülüğün bulunduğunu henüz hükümet hiç dillerine almıyor. Türkiye’yi rahatsız eden gerçek sebep budur... Bu olayların gerçek sebebini anlamaktan aciz bulunan hükümetin gaflet uykusundan uyanması için daha kaç vatandaşımız can verecektir? Bu hükümet gaflet uykusundadır...” (27)

Alpaslan Türkeş (MHP Genel Başkanı): “Ecevit ve İçişleri Bakanını, bizim hakkımızda ima yolu ile de olsa öne sürdükleri iddialarını ispata davet ediyorum. Bu iddialarını ispat edemedikleri takdirde dünyanın en alçak ve en şerefsiz insanları olacaklardır...” (28)

Görüldüğü gibi, siyasi partilerin lider ve yöneticileri, bu katliamların, olayların neden ve niçinlerini araştırmadan, önleyici çözüm önerileri üretmeden; demagojilerle birbirini suçlamaktadırlar.

Provokasyon kokusu

Malatya’da meydana gelen olaylar sırasında polislerin büyük bölümü müdahale etmemiştir. Saldırganlara engel olmaya, maskeli öncülerini yakalamaya çalışan bazı polisler ise diğer bazı polislerin sert ve küfürlü tepkileriyle karşılaşmışlardır. Hatta kendi aralarında kavga edenler de olmuştur. Malatya Emniyet Müdürü, polislerin kendi aralarındaki kavgadan dolayı POL-DER Başkanı Komiser Yusuf Değirmenci ile POL-BİR Başkanı Rıza Kaya’yı işten el çektirmiştir.

Yine adını açıklamak istemeyen bir polis yetkilisi, Milliyet Gazetesi’nin Malatya Muhabiri Erhan Akyıldız’a şu açıklamayı yapmıştır: “Malatya’da olaylar aynı anda, değişik yerlerde patlak vermiştir. Cenazenin kaldırılacağı caminin yanında bulunan bir dinamit patlamadan etkisiz hale getirilmiştir. Bazı yerlerden ateş açıldığı görülmüştür. Bütün bunlar, olayın kökünde bir provokasyon olduğunu işaret etmektedir. Dünkü protesto gösterisini yapanların büyük bir çoğunluğunu 15-20 yaşlarındaki gençlerin teşkil etmesi de bunun başka bir kanıtıdır.” (29)

Cumhuriyet Gazetesi’nin Malatya muhabiri, aynı zamanda Görüş Gazetesinin de köşe yazarı Raşit Kısacık’a göre; “... Bu gergin hava, Emniyet kadrosunda da geniş ölçüde huzursuzluğa, gerginliğe ve küskünlüğe yol açıyor, polisin olaylar karşısındaki etkinliği kalmıyordu. Nitekim 17 Nisan akşamı saat 19.00’da Hamit Fendoğlu’nun evinde açılan bombalı kolinin yolaçtığı olayın nelere gebe olacağı hemen herkes tarafından değerlendiriliyorken; bu değerlendirmenin polis örgütünden neden yapılmadığına dikkat çekiliyordu. Aynı gece saat 20.00 sıralarında harekete geçen MSP’li, MHP’li ve AP’li militanların Kışla Caddesi’nde yaptıkları yürüyüş ve bu yürüyüş esnasındaki saldırılar ertesi gün için bir uyarı iken, bir gün sonra cadde ve sokaklarda hiçbir güvenlik görevlisinin görülmemesi çok anlamlıdır. “

17 Nisan gecesi saldırganlardan hemen sonra Malatya’da bulunan CHP’li senatör, bir basın toplantısı düzenleyerek... ertesi gün olabileceklere yetkililerin dikkatini çekerek önlem alınmasını istiyorlardı. Ancak ne yazık ki bu istem yetkilileri harekete geçirmiyordu...” (30)

Türkeş’in kehaneti

MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş; “Hükümet, MHP’ye yönelik iftiralarını yoğunlaştırdığını ve milliyetçilere işkence ederek, canavar POL-DER üyesi işkenceci polisler hakkında hükümetin yasal yoldan hesap sormasını istemiş. Bu muameleler sürdüğü takdirde Erzurum ve Kahramanmaraş’ta da bu tür olayların çıkacağını belirterek gelecek hakkında tahminde bulunma sayılmamalıdır demiştir..” (31)

Türkeş’in bu kehânetinin gerçekleşmesi çok sürmez. Erzurum ve Kahramanmaraş’ta olaylar başlar. Pazarcıklı Memiş Özdal, 7 Nisan’da gönderilen bombalı paketi alıp açsaydı; 24 Aralık 1978’de Maraş’ta meydana gelen toplu katliam herhalde o zaman olacaktı. Türkeş; ezbere konuşmaz, bir olay olacaktır demişse mutlaka olur. Nitekim Kahramanmaraş’ta ve Erzurum’da olay çıkacak demişti. Çok sürmedi, olaylar her iki ilde artarda patlak verdi.

Kahramanmaraş’ta güvenlik güçleri, sağcı örgütlerin eylem hazırlığı içinde olduklarına dair ihbar alırlar. Bunun üzerine olay çıkmasını beklemeden genel bir arama yaparlar. Arama sırasında çeşitli eylemlere karışmış, adam öldürmüş ve yaralamış olanların da içinde bulunduğu 34 kişi gözaltına alınır. Sorguları yapılarak adliyeye sevkedilen ve tutuklanan bu kişilerin arasında, Büyük Ülkü Derneği’nin birinci ve ikinci başkanlarıyla MHP Maraş Milletvekili Mehmet Yusuf Özbaş’ın oğlu Avukat Edip Özbaş da bulunmaktadır. Tutuklama haberini alan MHP Milletvekili, Adliyeye giderek tutuklama kararını veren 2. Asliye Ceza Hakimi Kazım Demirsu ile Ertop Kazmaz’a saldırır, Savcıya hakaret eder.

Olayların soruşturmasında, “Türk Yıldırım Komandoları” ile “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu” adıyla iki gizli örgüt ortaya çıkarılmıştır. Soruşturmayı yürüten yetkililerin açıklamalarına göre; “Ülkü Ocaklarının, lise öğrencilerinin eline az tesirli patlayıcı maddeler vererek ülkücülere ait yerlere attırdıkları, suçu sol örgütlere yükleyerek eyleme geçtikleri” saptanmıştır. (32)

Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nde ülkücüler, sol görüşlü öğrencilere ve öğretim üyelerine saldırarak dövmüşlerdir. Ayrıca Erzurum sokak ve caddelerinde sol görüşlü olanların işyerleri tahrip edilmiş ve dövülmüşlerdir. (33)

Malatya’dan Alevi göçü

Hamit Fendoğlu’nun öldürülmesinin ardından çıkarılan olaylarda 1000’e yakın işyeri tahrip edildi ve yakıldı. Yakılıp yıkılan işyerlerinin yüzde 90’ı demokrat, solcu ve Alevilere aitti. Saldırıdan yaralananların da çoğunluğu bu kesimin insanlarıydı. Artık Malatya’da demokratların, solcuların ve Alevilerin yaşamlarını sürdürme ve iş yapma olanakları zorlaşmıştı. Bu nedenle Malatya’dan göç başladı.

12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbeden sonra da, demokrat, solcu ve Alevilere yönelik faşist baskılar yoğunlaştı. Neredeyse her gün evleri, işyerleri aramadan geçirilen bu insanlar, uyduruk gerekçelerle gözaltına alınıyor, işkencelerden geçiriliyordu. Bunca baskıyla karşılaşan demokrat, solcu ve Aleviler, sonunda Malatya’yı terk etmek zorunda kaldılar. İş sahibi olanlar, işyerlerini günün değerinin çok altında fiyatlara satarak Mersin, Adana, İstanbul, İzmir gibi kentlere göç etmeye başladılar. Ekonomik gücü olmayanlar da köylerine döndüler. Böylece Malatya’nın inançsal, etnik ve kültürel mozaiği, siyasal yapısı esaslı bir değişime uğramış oldu...

1974-1980 Yıllarında Malatya’da İşlenen Siyasi Cinayetler:

·Adı                      Mesleği        Öldürülme tarihi  Politik tarafı 
.Hamza KARAAĞAÇ           Memur            15. 02. 1974     Sol 
·Nüvit BARUT              Serbest          13. 09. 1975     Belirsiz 
·Kazım GÖKTAŞ             Öğrenci          06. 12. 1975     Sol 
·Mehmet ŞENSES            Polis            22. 01. 1976     
·Bekir ALTINDAĞ           Bekçi            22. 01. 1976     
·İlker AKMAN              Mühendis         25. 01. 1976     Sol 
·Y. Ziya GÜNEŞ            Öğrenci          25. 01. 1976     Sol 
·H. Basri TEMİZALP                         25. 01. 1976     Sol 
·Naim KORKMAZ             İşçi             25. 08. 1976     Sol 
·Mehmet YILMAZ            Öğretmen         26. 01. 1977     Sol 
·Mehmet ERBAŞ Muhtar                       02. 06. 1977     Sol 
·Kaya ÇAVDAR              Öğrenci          20. 11. 1977     Sağ
·Mahmut TANER Serbest                      11. 12. 1977     Sağ 
·Mustafa BAR              İşçi             22. 01. 1978     Sol 
·Haydar CERİTLİ           İşçi             22. 01. 1978     Sol 
·Erhan BİTLİSLİ           Mühendis         25. 01. 1978     Sol 
·Metin KORKMAZ            Öğrenci          10. 03. 1978     Sol 
·Hasan YASİN              Öğrenci          10. 03. 1978     Sol 
·Ahmet Şerif SATILMIŞ     Öğrenci          04. 04. 1978     Sağ 
·Zeynel ADIGÜZEL          Öğrenci          14. 04. 1978     Sol 
·Vedat GÖKDEMİR           Öğrenci          14. 04. 1978     Sağ 
·İbrahim Ömer TOY         Öğrenci          14. 04. 1978     Sağ 
·Hamit FENDOĞLU           Belediye Bşk.    17. 04. 1978     Sağ 
·Hanife FENDOĞLU          Ev Kadını        17. 04. 1978 
·Bozkurt FENDOĞLU         Çocuk            17. 04. 1978 
·Mehmet FENDOĞLU          Çocuk            17. 04. 1978 
·Saip HAZER               Öğrenci          18. 04. 1978     Sol 
·Özcan TÜRKSEVER          Öğrenci          18. 04. 1978     Sol 
·Naci ERGÜVENLİ           Öğrenci          18. 04. 1978     Sol 
·Doğan GÜL                Öğrenci          18. 04. 1978     Sol 
·Tahir KÖRÜKÇÜ            Öğrenci          18. 04. 1978     Sağ 
·Murtaza İÇEN             Öğretmen         21. 06. 1978     Sol 
·Turgay GÜRPINAR          Öğrenci          03. 08. 1978     Sol 
·Yüksel MAZMANOĞLU        Esnaf            30. 08. 1978     Sol 
·Hasan BAŞYURT            Memur            22. 09. 1978     Sol 
·Haci YİĞİT               İşçi             24. 09. 1978     Sol 
·Müslüm KOYUNCU           Serbest          24. 09. 1978     Sol 
·Mehmet BENLİ             Öğrenci          24. 09. 1978     Belirsiz 
·Ali BİLMENER             Öğrenci          24. 09. 1978     Sol 
·Hasan ÇINAR              Öğretmen         25. 09. 1978     Sol 
·Şinasi SERDAROĞLU        Öğrenci          26. 09. 1978     Sol 
·Recep EROĞLU             Serbest          27. 09. 1978     Sol 
·Kemal PAŞAHAN            Öğrenci          28. 09. 1978     Sağ 
·Vahap EREN               Öğrenci          28. 09. 1978     Sol 
·İhsan ENGİN              Öğrenci          09. 10. 1978     Sol 
·Tahir ÖZYAZGAN           Öğrenci          10. 10. 1978     Belirsiz 
·Murtaza KAYA             Öğretmen         25. 10. 1978     Sol 
·H. Abdullah KÖSE         Öğretmen         26. 10. 1978     Sağ 
·Hasan ÖZGÜR              Çiftçi           02. 11. 1978     Sol 
·Ramazan ORAL             Öğretmen         03. 12. 1978     Sol 
·Alişar DURHAN            Serbest          20. 12. 1978     Sağ 
·Bülent GÜL               Öğrenci          22. 12. 1978     Belirsiz 
·Mustafa ÜNAL             Eczacı Kalfası   13. 06. 1979     Sol 
·Nevzat YILDIRIM          Öğretmen         08. 06. 1979     Sol 
·Ali ELÇİ                 PTT Müd.         19. 07. 1979     Sol 
·Ertuğrul EMİR            Öğrenci          26. 08. 1979     Sol 
·H. Hüseyin TULUK         Mühendis         22. 09. 1979     Sol 
·Mirza KORKMAZ            Marangoz         24. 09. 1979     Sol 
·Zeki SERELİ              Öğrenci          12. 10. 1979     Belirsiz 
·Mustafa ÖCAL             Odacı            16. 11. 1979     Belirsiz 
·Hasan ÖZTÜRK             Eczacı Kalfası   20. 11. 1979     Sol 
·Hüseyin ASLAN            Emekli Memur     26. 11. 1979     Sol 
·Nurettin KILISDOĞAN      İşçi             08. 12. 1979     Sol 
·Necati İÇEN              İşçi             09. 12. 1979     Belirsiz 
·Ömer ASLAN               Öğretmen         10. 12. 1979     Belirsiz 
·Mehmet YUMRUTEPE         Sendikacı        26. 12. 1979     Sol 
·Ahmet ÇELİK              Öğrenci          27. 12. 1979     Sol 
·Aziz SÜRÜ                Öğrenci          29. 12. 1979     Sol 
·H. Hüseyin ÇOLAKOĞLU     İşçi             09. 01. 1980     Sol 
·Tahsin BEZENE            Şoför            21. 01. 1980     Sol 
·Andan ÇİFTÇİOĞLU         Esnaf            05. 02. 1980     Sağ 
·Hasan DOĞAN                               20. 02. 1980     Sol 
·Fahrettin AKSOY          Öğrenci          24. 02. 1980     Sağ 
·Mehmet KIZILCIK                           07. 03. 1980     Sağ 
·Enver KOÇ                İşçi             19. 03. 1980     Sol 
·Mehmet Ali ÇİLESİZ       Öğretmen         04. 04. 1980     Sağ 
·Halit ERTAŞ              Öğretmen         09. 04. 1980     Sol 
·Hidayet VARAN Şoför                       19. 04. 1980     Sağ 
·Hasan KARAGÖZ            Öğretmen         28. 04. 1980     Sol 
·Bektaş MUTLU             Öğretmen         09. 05. 1980     Sol 
·Nusret ARIBANLI          İşçi             17. 05. 1980     Sağ 
·Muharrem YILDIRIM        Öğretmen         21. 06. 1980     Sol 
·Şahap ÖZELÇİ             Tamirci          23. 06. 1980     Sağ 
·Ahmet ÖZDİLEK            Polis            08. 07. 1980     Belirsiz 
·Vahap ÖKSÜZ              Esnaf            17. 07. 1980     Belirsiz 
·Bahattin KAYA            Memur            17. 07. 1980     Sağ 
·İhsan YILDIRIM           Öğrenci          17. 07. 1980     Sağ 
·Mehmet DURAK Öğrenci                      17. 07. 1980     Sağ 
·A. Seyit ERTAŞ                            23. 07. 1980     Sol 
·Ali KUTLAR               Öğretmen         01. 08. 1980     Sol 
·Sadık TOPER              İşçi             05. 08. 1980     Sağ 
·Abbas KALI                                14. 08. 1980     Sağ 
·Osman TERDİ              Bakkal           20. 08. 1980     Sağ 
·Abuzer KUTLU             Kitapçı          25. 08. 1980     Sağ 
·Cemal GÜLER              Gözlükçü         28. 08. 1980     Sol 
·Semai ERCAN                               09. 09. 1980     Sağ 
·Bektaş TÜRK              Çocuk            09. 09. 1980     
·Mehmet KORKMAZ           Şoför            09. 09. 1980     Sağ 
·H. Hüseyin DEDE          Öğretmen         09. 09. 1980     Sol 
·Mahmut GÜLTAŞ            İşçi             10. 09. 1980     Sağ 
·Selahattin KARATAŞ       Öğretmen         11. 09. 1980     Sol 

Yaralamayla da sonuçlanabilen siyasal olaylar

  • Malatya’daki Demokratik Kitle Örgütlerinin ortaklaşa düzenledikleri mitinge saldırı yapıldı. 22’si ağır olmak üzere 100’e yakın yaralı (02. 02. 1975)
  • TÖB-DER’in düzenlediği kapalı salon toplantısına ülkücülerin saldırısı sonucu çıkan olaylarda bir kişi öldürüldü, onlarca kişi yaralandı. Yüze yakın işyeri tahrip edildi. (15-16 Şubat 1975)
  • Arguvan Belediye Başkanının oğlu Naci Orhan silahlı saldırıdan ağır yaralandı. (01. 07. 1975)
  • Doğanşehir’de ülkücüler, İbrahim Elmas ve Hasar Basri Elmas’ı döverek ağır yaraladılar. (12. 08.1975)
  • Hasan Şahin (Emekli öğretmen, solcu) dövülerek yaralandı. (17. 09. 1975)
  • Akçadağ İlköğretim Okulu’ndan 500 sol görüşlü öğrenci, ülkücülerin saldırısına uğrayarak yaralandı ve okuldan uzaklaştırıldı.
  • TÖB-DER Bölge Temsilcisi İbrahim Nacar dövülerek ağır yaralandı. (26. 02. 1976)
  • Ticaret Lisesi Müdürü Mehmet Paçacı dövülerek ağır yaralandı. (02. 03. 1976)
  • TÖB-DER üyesi Haydar Daban, ülkücüler tarafından dövülerek yaralandı. (30. 03. 1976)
  • Yatılı okul sınavlarına girmek için Hekimhan’dan Malatya’ya gelen 200 öğrenci komandolar tarafından garajda dövüldü. (14. 05. 1976)
  • Gayret Gazetesini basan Ülkücüler, malzemeleri dağıtarak tahrip etti. (1976)
  • Turan Emeksiz Lisesine saldıran ülkücülerle öğrenciler arasında çıkan çatışmada 5 polis, çok sayıda öğrenci yaralandı. (24. 03. 1977)
  • İlçe Seçim Kurulu üyesi öğretmen Hüseyin Yıldırım, uğradığı saldırıda yaralandı. (10. 04.1977)
  • Malatya Eğitim Enstitüsü’nü basan komandolar, 10 kız öğrenciyi ağır yaraladı.
  • Ticaret Lisesi öğrencilerinden Sultan Alper ile Aynur Malatyalı, ülkücülerin saldırısı sonucu yaralandı. (17. 03. 1978)
  • Malatya Yüksek Meslek Lisesi’nde okuyan öğrenciler üzerine silahla ateş açılması sonucu Ahmet Şerif, Battal Erdem, Azmi Ayten ağır yaralandı; Ahmet Şerif Satılmış olay yerinde yaşamını yitirdi. (05.04. 1978)
  • Çavuşoğlu Mahallesine yapılan silahlı saldırı sonucu Zeynel Adıgüzel öldü, Müslüm Adıgüzel yaralandı. (17. 04. 1978)
  • Derme İlkokulu önünde bir taksiye ateş edildi, üç kişi yaralandı.
  • Eğitim Enstitüsüne gece silahla ateş edildi ve okul yakılmak istendi. (08. 06. 1978)
  • Eğitim Enstitüsünde bir grup öğrenci Valiliğe yürümek isterken çıkan çatışmada bir polis, iki sivil yaralandı. (28. 06. 1978)
  • Ülkücülerin gittiği Turan Emeksiz Caddesi üzerindeki bir kahve gece silahla tarandı, ikisi ağır olmak üzere on kişi yaralandı. (14. 09. 1978)
  • Silahlı saldırıya uğrayan özel bir hastanenin başhekimi Dr. Mehmet Alp ağır yaralandı. (08.05.1979)
  • Gazeteci ve Turizm Müdür Yardımcısı Cumali Uyan, silahlı saldırı sonucu ağır yaralandı. (17.05.1979)
  • Öğretmen Ömer Bozkurt silahlı saldırıda yaralandı. (13. 09. 1979)
  • Köy Koop Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Elmasulu uğradığı silahlı saldırıda ağır yaralandı.(20. 09. 1979)
  • Salt Köprü Mahallesinde bir eve baskın düzenleyen silahlı kişiler bir kişiyi öldürdü, iki kişiyi ağıryaraladı. (25. 10. 1979)
  • Doğanşehir’de çıkan silahlı çatışmada Adnan Çiftçioğlu ölürken, Oktay Turan ağır yaralandı. (07.02. 1980)

   Bu bilgiler, Malatya’da kurulu Görüş ve Gayret Gazetelerinin 1974-80 yıllarında yayımlanan sayılarından derlenmiştir.

               KAYNAKLAR

  1. ) DİE Milletvekili Seçim Sonuçları
  2. ) Mahmut Makal, Karanlığı Zorlayanlar, Başak Yayınları, Ankara 1992, s. 86
  3. ) TÖB-DER Dergisi, Sayı: 91, 15. 02.1975
  4. ) Cumhuriyet Gazetesi, 18. 02.1975
  5. ) TÖB-DER Dergisi, Sayı: 95, 15. 04. 1974
  6. ) TÖB-DER Dergisi, Sayı: 4, 01.04.1975
  7. ) Adana DGM Savcılığı İddianamesi (1975 / 24)
  8. ) Adana DGM İddianamesi
  9. ) Gayret Gazetesi, 08. 11. 1975 - Malatya
  10. ) Gayret Gazetesi, 08. 11. 1975 - Malatya
  11. ) Gayret Gazetesi, 11. 11. 1975 - Malatya
  12. ) Gayret Gazetesi, 10. 11. 1975 - Malatya
  13. ) Abdullah URAZ, Sonhavadis Gazetesi, 20. 04. 1978
  14. ) Erhan AKYILDIZ, Milliyet Gazetesi, 20. 04. 1978
  15. ) Tercüman ve Milliyet Gazeteleri, 20. 04. 1978
  16. ) Cumhuriyet Gazetesi, 21. 04. 1978
  17. ) Sonhavadis, 20. 04. 1978
  18. ) Cumhuriyet, 20. 04. 1978
  19. ) Geniş bilgi için bak.: 18, 19, 20 Nisan 1978 tarihli Tercüman, Milliyet, Cumhuriyet, Hürriyet
  20. ) Cumhuriyet, 22. 04. 1978
  21. ) Tercüman, 24. 04. 1978
  22. ) 19-20.04.1978 tarihli Cumhuriyet, Tercüman, Sanhavadis, Hürriyet, Milliyet
  23. ) Ortadoğu Gazetesi, 23. 04. 1978
  24. ) Hürriyet, 19. 04. 1978
  25. ) Tekin ERER, Sonhavadis, 23. 04. 1978
  26. ) Tercüman, 21. 04. 1978
  27. ) Tercüman, 20. 04. 1978
  28. ) Sonhavadis, 21. 04. 1978
  29. ) Milliyet, 20. 04. 1978
  30. ) Reşit KISACIK, Cumhuriyet, 21. 04. 1978
  31. ) 22.04.1978 tarihli Sonhavadis, Hürriyet, Milliyet Gazeteleri
  32. ) 22.04.1978 tarihli Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet Gazeteleri ) 22.04.1978 tarihli Milliyet, Sonhavadis, Hürriyet,

   

 

 
 

 

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol