şeh bedreddin

   
 


 

 

ana sayfa

radyo sohbet

amacımız

yayıncılarımız

pepuk kusu

sehid rıza

dersim 38

munzurbaba

dersim

dersim tarihi

dersim kayıp kızları

aliser

kocgiri

zazaca ögren

firik dede

behzat firik

baba bertal

ovacık

nazmiye

hozat

pertek

mazgirt

pülümür

çemişgezek

hz.ali

kerbala

12 imamlar

pir sultan

hacı bektaş

sarı saltuk

alevilik

alevi katliyamaları

şeh bedreddin

partizan şehitleri

maden ve yaşam

şiirler

filim izle

dersimbelgeselelri

kilipler

satranç oyla

eski türküler dinle

ziyaretçi defteri

 


     
 

                                    


17/7/2006 - Şeyh Bedreddin
Şeyh Bedreddin




 

Hayatı


Şeyh Bedreddin 1358-1359 yıllarında Edirne yakınlarında Karaağaç ile Dimetoka arasında bulunan Samona’da doğdu.


 

Babası İsrail, Simavna Kadısı olduğu için bu adla anılmaktadır. Fakat sonradan tam bir yakıştırmadan ibaret olan Kütahya’nın Simav ilçesine bağlanarak Bedrettin-i Simavi adıyla anılmaya başlanmıştır. Babası İsrail, Samona(Simavna)’nın hem kadısı hem kale komutanı, annesi ise Dimetoka Kalesi Rum Beyi’nin kızı olup sonradan Müslüman olan Melek Hatundu. Şeyh Bedrettin’in torunu Hafız Halil’in kaleme aldığı manzum Menakıb-ı Şeyh Bedrettin’deki bilgilere göre Bedrettin, Türkiye Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın soyundan gelmiştir. Bedrettin’in ceddi olan Aldülaziz, Osmanlıların Rumeli fethine başladıkları zaman onlarla birlikte savaşa katılmış ve Dimetoka savaşında şehit olmuştur(Yücel, Sevim, 1990). Ancak bazı son dönem araştırmacıları Bedrettin’in soyunu Selçuklu hanedanına bağlayan rivayetin siyasal amaçlarla uydurulduğunu düşünmektedirler.
Şeyh Bedrettin, ilk önce babasından dini eğitim-öğretim görerek Kur’an-ı Kerim okumasını öğrendi(Fındıkoğlu, 1976). Sonra doğum yeri olan Sımavna’dan başlayarak çeşitli hocalardan Sünni inanca uygun eğitim gördü(Anıl, 1995). Daha sonra Edirne’de Mevlana Yusuf adlı bilginden sarf, nahiv(gramer), Şahidi isimli hocadan tefsir dersleri aldı. Bu hocanın ölümü üzerine 20 yaşında Bursa’ya giderek kazaskerin oğlu Musa Çelebi’ye konuk oldu ve onunla birlikte kazaskerden dersler aldı. Bir yıl sonra Konya’ya giderek Mevlana Feyzullah adlı bir bilginden astronomi ve astroloji dersleri gördü. Ardından Kudus’e gitti ve İbn Aklan’ın derslerini takip etti. Daha sonra Suriye’ye ve Mısır’a gitti. Kahire’de Seyyid Şerif Mübarek Malik’in derslerini izledi(Fındıkoğlu, 1976).
Ayrıca Kahire’de o devrin ileri gelen bilim adamlarından ilahiyat, felsefe ve mantık dersleri aldı ve böylece olgun ve saygın bir bilim adamı oldu. Bu arada Kahire’de münzevi bir hayat yaşayan ünlü mutasavvıf Hüseyin Ahlati’den tasavvuf dersleri aldı. Sonra Şeyhi’nin emriyle Tebriz’e giderek orada bulunan Timur’un huzurunda diğer bilim adamlarıyla yaptığı tartışmalarda büyük bir ün kazandı(Anıl, 1995). Bunun üzerine Kahire’ye döndüğünde Memluk Sultanı Berkuk’un oğlu Ferec’in eğitilmesi için hoca olarak atandı(Öztuna, 1977). 1397’de Şeyh Hüseyin Ahlati’nin ölümü ve onun vasiyeti üzerine Tekke’nin şeyhi oldu. Ancak 6 yıl sonra 1403’te Anadolu’ya dönmek üzere ailesi birlikte Kahire’den ayrıldı(Ocak, 1998).
1402 Ankara Savaşında Yıldırım Beyazıt Timur’a yenilerek ona esir olmuştu. Beyazıt’ın ölümü üzerine Timur ülkesine dönerken Anadolu’nun bütün hazinelerini götürmüş, başkent olan Bursa’daki bütün arşivleri yaktırmış ve en kötüsü de 4 başlı bir Osmanlı Devleti bırakmıştı(Güngör, 1975). Beyazıt’ın oğulları arasında taht kavgaları başlamış ve bu 11 yıl sürmüş, böylece Osmanlı devleti 100 yıllık bir gerilime dönemine girmiştir.
Bayezıt’ın 6 oğlu olup bunlardan Ertuğrul Ankara savaşına katılmamıştı çünkü onun yaşı küçük olduğu için Bursa’da bırakılmıştı. Diğerleri ise büyükten küçüğe Süleyman, İsa, Mehmet, Musa ve Mustafa idiler. En küçüğü olan Mustafa savaştan sonra bütün aramalara rağmen bulunamamıştı. Bazı kaynaklara göre Timur, Mustafa Çelebi’yi beraberinde Semerkand’a götürmüştü(Uzunçarşılı, 1988).
Timur, planladığı gibi Osmanlı Devletini Beyazıt’ın 4 oğlu arasında taksim etti. Buna göre Rumeli tarafını Süleyman’a, Balıkesir bölgesini İsa’ya, Bursa bölgesini Musa’ya, Amasya bölgesini ise Mehmet Çelebi’ye verdi, böylece 11 yıllık bir kargaşa ve karışıklık anlamına gelen fetret devri başladı( Şahin, 1989).
Bu mücadelede önce Mehmet Çelebi, İsa Çelebi’yi ortadan kaldırarak Balıkesir ve Bursa’yı kendi topraklarına kattı. Süleyman Çelebi, Musa Çelebi ile Edirne tarafında yaptığı savaşta onu önce yendi fakat kendisinin içki ve eğlenceye düşkünlüğü ve yanında çalıştırdığı kişilere karşı keyfi ve despotça davranışları yüzünden ondan yüz çevirdiler ve bunların çoğu sonra Musa Çelebi’yi tuttular ve bunların yardımıyla Musa Çelebi Süleyman Çelebi’nin ordusunu yendi ve Edirne’ye girdi. Süleyman Çelebi kaçmaya çalışırken yolda Musa Çelebi’nin adamları tarafından öldürüldü. Musa Çelebi, Süleyman Çelebi’nin ölümünden sonra Edirne’de hükümdar oldu.(Güngör, 1975).
Şeyh Bedrettin Anadolu’ya geldiğinde Yıldırım Beyazıt’ın oğulları arasında taht kavgası bütün şiddetiyle devam etmekteydi. Önce Karaman, Germiyan, Aydın gibi Alevilerin bulundukları yerleri dolaşarak düşüncelerini onlara aşılayan Şeyh Bedrettin, böylece tasarladığı hareketleri daha çok batıni düşünce ve mezhep taraftarı olan Aleviler ile Bektaşilerle yapmayı planlıyordu(Anıl, 1995). Daha sonra Kütahya yoluyla seyahat ederken Domoniç dağlarında Torlaklarla karşılaşır. Onlara yapılan görüşmeler sonunda Torlaklar Bedrettin’i şeyh olarak benimserler. Bedrettin hareketinin diğer ileri gelenleri Torlak Kemal bunlar arasındadır( Öztuna, 1977).
Şeyh Bedrettin bir yıl kadar Batı Anadolu’da bulundu ve sonra Edirne’ye geçerek henüz hayatta olan anne ve babasını ziyaret edip bir süre onlarla kaldı. Şeyh Bedrettin o sırada Edirne’de hüküm süren Musa Çelebi ile karşılaştı(Ocak, 1998), o, Bedrettin’in zeka ve bilgisine hayran kalmış ve onu kazaskerlik makamına getirmiştir. O tarihlerde Şeyhülislamlık makamı olmadığından kazasker, devletin kaza kuvvetinin başı, baş hakimi, bütün kadıların amiri ve hükümdarın divandaki en nüfuzlu üyesidir(Meydan Larousse). Şeyh Bedrettin’in kazaskerliğe getirilişinde, onun bilimsel kimliği ve şöhreti etkili olduğu kadar Alevi Yörükler ve heteredoks köylüler üzerinde büyük etki ve saygınlığı da büyük rol oynamıştır. Bu görevde üç yıl kadar kalmıştır(Ocak, 1998).
Ayrıca Bedrettin, kazasker olarak görevlendirildiği zaman kendi inançlarına yakın kimseleri yetkili makamlara tayin ettiği gibi bunları dirlik sahibi yaparak taraftarlarını hem sayı bakımından artırdı ve hem de onların sosyal ve ekonomik bakımdan güçlenmelerini sağladı. Böylece bir taraftan düşünsel yönden propaganda faaliyeti içine girerken öte yandan adamlarını devletin ve toplumun kilit mevkilerine getirmeye çalıştı(Anıl, 1995). Fetret devrinin son perdesi Mehmet Çelebi ile Musa Celebi arasında olmuştur. Musa Çelebi, Müslüman ve Hıristiyan ayrımı yapmadan bütün halka değer veriyordu. Buna karşılık Mehmet Çelebi toprak sahiplerini tutuyordu. Bunun için Musa Çelebi’nin mal ve mülklerinden mahrum ettiği Tımarlı ve Zeametliler Mehmet Çelebi’ye taraftar olmuşlardır(Fındıkoğlu, 1976).
Süleyman Çelebi’nin oğlu Orhan Çelebi Bizans’ta mülteci idi, Bizanslılar onun yanına asker vererek amcasına karşı savaşa gönderdilerse de yenildi. Musa Çelebi bunun üzerine İstanbul üzerine yürüyüp şehri kuşattı. Bizans çok sıkıntılı durumdaydı ve bu durumdan kardeş kavgasından faydalanarak kurtuldu. O sırada Mehmet Çelebi Rumeli’ye geçmek istiyordu, fakat Gelibolu yakası Musa Çelebi’nin elinde olduğu için o yol kapalıydı. Bizanslılar, Mehmet Çelebiyi Üsküdar’dan karşıya geçirdiler. Çatalca tarafında yapılan savaşta Mehmet Çelebi yenildi ve İstanbul’a sığınarak hayatını kurtardı. Tekrar Anadolu’ya geçerek asker topladı, Rumeli’ye geçti ve bu defa da yenildi fakat amacından vazgeçmedi. Musa Çelebi de Süleyman Çelebi gibi çevresindeki insanlara iyi davranmıyor(Güngör, 1975) ve onlara güvenmiyordu. Çünkü kardeşi emir Süleyman’a bağlılıklarını bozarak yanına gelenlerin bir gün kendisine de ihanet edeceklerini düşünüyordu(Öztürk, 2002). Ayrıca yönetime getirdiği kişiler de değerli insanlar değildi. Bu yüzden beyler kendisinden yüz çevirdiler ve el altından Mehmet Çelebi’ye haber salarak onun üçüncü defa yaptığı Rumeli seferinde Samakov yakınındaki Çamurlu Derbentte yapılan savaşta Musa Çelebi’nin ordusu bozuldu ve kendi atının ayaklarının bataklığa saplanması yüzünden esir düştü ve idam edildikten sonra Bursa’ya Yıldırım Beyazıt Türbesi’ne defnedildi(Güngör, 1975).
Mehmet Çelebi, Musa Çelebi’yi yendikten sonra tahta geçti ve Musa Çelebi taraftarlarının çoğunu idam ettirdi, ancak devlete hizmetlerinden dolayı Muhaloğlu Mehmet Bey affedildi, Şeyh Bedrettin’i ayda 1000 akçe maaşla “dinsel bilim ve gerçekleri yaymak ve isteyenleri aydınlatmak” göreviyle İznik’te ikamete mecbur edilmiştir. Bazı kaynaklar bu durumu bir mükafatlandırma olarak değerlendirirken bazıları için bu bir sürgünden başka bir şey değildir(Anıl, 1995).
Şeyh Bedrettin’in Eserleri ve Düşünceleri
Şeyh Bedrettin’in eserlerinin tamamı, ne oryantalistler ve ne de Türk Kültür Tarihi araştırmacıları tarafından sağlam bir şekilde tespit edilmiştir. Osmanlı yazarları bunların sayısının 38 olduğunu yazmışlardır. Basılan-basılmayan, elde mevcut olan-olmayan eserlerinin hepsi Arapça’dır. Şeyh Bedrettin’in adı anılan eserleri şunlardır(Fındıkoğlu, 1976):
Çirag’ul Fütüh ve Tarikat’a Dair adlı eserleri elde mevcut değildir. Şeyh Bedrettin, döneminin parlak bilim ve düşünce adımı idi. Ona göre zeki insanları ahmaklardan ayıran imtiyaz, başkalarının düşüncelerini nakletmek değil, kişisel düşüncelerini ortaya koymaktır(Fındıkoğlu, 1976).
Bedrettin kazaskerliğe gelince o devrin medeni kanunu sayılan Cami’ul Fusuleyn adlı eserini bir yıl içinde yazmış, bütün kadıların kanuna göre hüküm vermelerini sağlamak istemiştir. Bedrettin temel kurallara saygılı kalarak mezheplerden sıyrılarak İslam hukukunda, hakimlere bir yargı bağımsızlığı getirmiş ve İslam hukukuna bir dinamizm kazandırmıştır(Köker, 1996).
Cami’ül Fusuleyn’in Türkiye ve dünya kütüphanelerinde bir çok yazma nüshası bulunmaktadır(Osmanlılar Ansiklopedisi, 1999). Bu eseri idamından sonra bile bir kaç yüzyıl Osmanlı medreselerinde okutulmaya devam edilmiştir(Ocak, 1998).
Bazı hukukçulara göre Bedrettin, zamanında müstesna bir hukukçu iken bazılarına göre toplayıcı olmaktan öteye gidememiştir. Oysa Batı’da kanun yapmanın felsefi ortamı XVII. Yüzyıl da rönesans ve hümanizm ile gerçekleşmesine rağmen bu, Osmanlı Devletinde Türk düşünürü Bedrettin tarafından 15. yüzyılda tedvin edilmiştir. (Fındıkoğlu, 1976). Öbür taraftan Şeyh Bedrettin, Varidat adlı eserini İznik’te göz hapsindeyken yazmıştır. Bu kitap, Rumeli’de verdiği derslerden oluşan felsefi, tasavvufi ve kelami ve diğer düşüncelerini içerir.
Varidat bir yönüyle materyalist diğer yönüyle tasavvufi bir eserdir. Bu iki özelliği taşıması bir çelişki olsa gerektir. Ahmet Yaşar Ocak(1998)e göre Varidat hariç eserlerinin hiçbirisinde, ihtilalci ve materyalist düşüncelerin en ufak bir izine bile rastlanmamıştır. Varidat derleme bir eser olup, Şeyh Bedrettin’in eli kalem tutan müritleri tarafından yazıya geçirilmek suretiyle meydana getirilmiştir. Bu yüzden bu düşünceler Şeyh Bedrettin’den çok müritlerine ait olabilir.
Şeyh Bedrettin, insanın, Tanrı’nın bir sureti olduğuna inandığına göre, onun mutluluğu için çalışmayı kuracağı devletin en önemli hedefi olarak kabul etmek durumundaydı(Anıl, 1995).
Bedrettin, tasavvuf konusunda Muhittin-i İbn Arabi’den etkilenmiştir. Ona göre varlık ilk, son bir ve tek varlıktır. Varlığın tecellisi yani ortaya çıkış alanı ve görünüş alanı olmak üzere iki yönü vardır. Varlık ilk ve tek, bir ve son olduğu için tanımlamaya gerek yoktur. Çünkü tanım için tanımlananın gerisinde ait olacağı bir cinse ihtiyaç vardır. Oysa varlık “ilk” olduğu için onun gerisinde ait olacağı bir cins yoktur, yine tanımlananın başkalarından ayırt edileceği bir ayrıma ihtiyacı vardır. Oysa varlık son olduğu için, onun ötesinde ayırt edici de yoktur. Bundan dolayı varlık bir tektir ve dolayısıyla tanımlanamaz(Eyüboğlu, 1995).
Bedrettin’e göre evren ve varolan her şey Tanrı’dan ibarettir. Tanrı bütün evreni doldurur. Madde ve ruh çeşitli görünümlerinden ibarettir. Tabiat ve Tanrı aynı şeydir(Anıl; 19995). Bedrettin düşüncesinde özel bir önem verdiği sevgiyi, insanın bütün kötülüklerden kurtulması, yücelmesi ve Tanrı katına yükselmesi olarak tanımlayarak, Tanrı sevgisinin insan sevgisini zorunlu kıldığı bütün düşüncesiyle kardeşlik ve eşitlik ülkülerini öne çıkararak komünitern bir toplum projesini taşıyıcısı olmuş, İran, Bizans, Moğol ve benzeri kültürel ve dinsel geleneklerin adeta bir kesişme noktası oluşturan Anadolu topraklarında aykırı sayılabilecek bir yaşam biçimi ve gelenekleriyle marjinal toplulukların çevresinde toplandığı bir önder haline gelmeyi başarmıştır( Sosyalizm ve Toplum. mücade. Ansik.).
Bazı kaynaklara göre Şeyh Bedrettin dinsizdir, peygamberliğini ileri sürmüştür, padişahlığını ortaya atmıştır. Bütün malların ortak kullanılmasını istemiştir. Şeriatla ilgili kuralların doğru olmadığını söylemiştir. Gerçekten Şeyh Bedrettin böyle bir kimse midir? Eserleri incelendiğinde böyle bir yargıya varma imkanı yoktur(Eyüboğlu,19995) Ayrıca Kur’an ve hadisler Şeyh Bedrettin’in düşüncelerinin gelişmesinde iki önemli kaynaktır. Onun tasavvufla ilgili eserleri incelendiğinde sık sık Kur’andan ve hadislerden alıntılar yaparak kendi anlayışı doğrultusunda yorumlaması bunu gösterir(Ahmet Cevdet Paşa, 1985).
Şeyh Bedrettin, içinde yaşadığı toplumun bir çok değerine karşı çıkmakla kendi sosyal sınıfı ile ters düşen bir davranış içine girmiştir. Bedrettin’in düşüncelerinde tutarsızlıklar vardır. Çünkü o tasavvufa inanmasına rağmen onun tasavvufu Mevlana gibi imanla, aşkla dopdolu olan, varlığını yokluğa değişen, aşkla yok olan bir erenin tasavvufu değildir. Sülükte akıl yoluyla değil, aşkla menzile ulaşılacağını söylerken bile akıldan kurtulamamıştır, imanından çok aklından ilham almış bir düşünürün tasavvufudur(Yaltkaya, 1994).
Şeyh Bedrettin Mısır’a gittikten sonra batıni inançların çok etkisinde kaldı. Bu onun düşünsel yapısını etkilediği gibi ruhsal hayatına da büyük tesirler bıraktı. O sıralarda heteredoks din adamlarının bir moda olarak kullandığı ve içe kapanışı kolaylaştırdığına inandıkları uyuşturucuların da etkisiyle bozuk ruh hali dolayısıyla içine girdiği bunalımı bir vecd hali sayarak, ermiş bir kimse olduğuna inanılır oldu. O artık yepyeni bir insan olmuştu. Bu tutarsızlıkları olmakla birlikte o yeni bir devrim yapmak niyetindeydi. Amacı şeriatı iptal etmek değil, kendi görüş ve inancına göre ihya etmek niyetindeydi. Bunun için mehdi olayını göz önünde tutuyor ve kendisini zamanın sahibi sayıyordu(Gölpınarlı, 1966).
Bedrettin aile olarak Sünni inanca sahip bir Türk aristokratı olmasına rağmen halk tabakasının sempatisini kazanmış ve bu bunalım kişiliği üzerinde etkili olmuştu. Çünkü o batıni inançlara sahip halk tabakasıyla birlikte olamayacak kadar kültürlü ve seçkin bir insandı. Ruh sağlığı ve dengesi bozulmuş bulunuyordu. Öyle ki, Allah’la konuştuğuna inanıyor ve gökteki yıldızlara eliyle değdiğini söylüyor, kendisini bir ışığın kapladığını ve karşısında bulunan birisini arzu ettiği bir kişi olarak gördüğünü sanıyordu(Eyüpoğlu, 1987).
Bedrettin insanların doğuştan eşit olduklarını, bazılarının büyük servetlere sahip olduklarını, bazılarının ekmeğe bile muhtaç kalmasının ilahi hikmete aykırı düştüğünü söyler. Müslüman, Hıristiyan, Musevi hepsi Allah’ın kulları ve kardeştir ve aralarında sevgi bulunması şarttır(Temel Britannica ).
Osmanlı Devletinde, idare edenler ile idare edilenler arasındaki dengenin bozukluğu ve bu konuda halkın şikayeti Timur’un istilasından önce Yıldırım Beyazıt’ın kulağına kadar ulaşmıştır(Fındıkoğlu, 1976). Bu durum bir bilim ve düşünce adamı olarak Şeyh Bedretti’nin bu problemler üzerinde kafa yormasına yol açmış ve çözüm olarak da sosyalist düşünceleri önermiş olabilir. Ayrıca Bedrettin’in yaşadığı dönemde Anadolu’da bir yönetim boşluğu meydana gelmiş ve toplum ahlakında da bir çöküş gözlenmekte idi. Timur’un oğullarının yanında onları destekleyen belli kitleler vardı. Bunlar padişaha yakın olduklarından hiçbir engel tanımadan istedikleri gibi hareket ediyor ve bütün dünya nimetlerinden büyük ölçüde yararlanıyorlardı. Buna karşılık halk tabakası büyük yoksulluk ve sıkıntı içinde yaşıyor ve dolayısıyla yönetimde olanlara karşı büyük bir kin ve nefret duyguları taşıyor ve bir kurtarıcı bekliyorlardı. Bu durum karşısında Şeyh Bedrettin, kadınlar hariç mevcut mallardan herkesin eşit şekilde yararlanması gerektiğini söylemiştir(Yaltkaya, 1994).
Musa Çelebi’nin yenilip Mehmet Çelebi’nin iktidarı ele geçirmesinden sonra Batı Anadolu topraklarında yerel otoriteye sahip olan beyler, kadılar daha fazla yiyebilmek için yoksul olan halka vergi üstüne vergi koyuyorlardı. Nitekim Anadolu halkının çektiği sıkıntı türkülere konu olmuştur(Yılmaz, 2001):
Ord. Prof. Ziyaeddin F. Fındıkoğlu(1976)’na göre Şeyh Bedrettin malları zorunlu bölüşmekten çok, kanaatkarlığın genelleşmesi ile eşitliğin sağlanacağı düşüncesindedir. Ona göre zenginlerin sürekli servet biriktirmelerini ve fakirlerin yeni yeni isteklerde bulunmalarını önlemek için insanların hırs ve iştahlarını daraltacak bir kanaat terbiyesi vermek gerekir. Bu sayede eşitlik sağlanır ve genel sefalet ve onu doğuran eşitsizlikler ortadan kalkar.
Bu akımın düşünceleri şöyle özetlenebilir: Ben senin evinde kendi evim gibi oturabilirim. Sen de benim elbiselerimi giyer, silahlarımı ve arabalarımı kullanabilirsin. Sadece kadınlar müstesnadır(Hammer, 1990).
Şeyh Bedrettin sömürüye karşıdır, üretici ile tüketici arasındaki uçurumu kaldırmak ister. Ona göre Osmanlı toplumunun yapısı, düzeni değişmelidir. “Bütün mallar ortaktır”dan anlaşılan bu olmalıdır(Fındıkoğlu, 1976.)
Resmi tarih anlayışına göre Bedrettin Stalin’in şeyhi ve tarihte Platon’dan sonra ikinci büyük sosyalisttir(Fındıkoğlu, 1976). Resmi tarih yazımını dışlayanlara göre Şeyh Bedrettin materyalizmin öncüsü, İslam’ın Luther’i, liberalisti, dünya işleri ile ahiret işlerini birbirine karıştırmadığı için Türk düşünce tarihinin ilk laik insanı olarak değerlendirilmektedir.
Ayaklanma
14. yüzyıl ve 15. yüzyılın ilk yarısı genel olarak hem İslam dünyası hem de Türk dünyasının bilimsel ve düşünsel duraklama içinde olduğu bir dönemdir. Bu dönemin Orta Asyası felsefe, mantık, kelam ve edebiyat alanında belirginleşmişti. Dönemin Anadolusu ise bu merkezlere göre biraz geriden geliyordu. Bu dönemin düşünsel zeminine baktığımız zaman genel olarak “İlk Osmanlı Dönemi Türk Sufiliği” diyebileceğimiz gazilik, alplik, dervişlik” gibi kavramların ahilik, fütüvvet gibi kurumların taşıdığı değerlerin ve yönlendirmelerin toplumda medreselerden daha etkin bir şekilde yer aldığını görebiliriz. Bu dönemde Osmanlı toplumun düşünsel gündemini Osmanlı ulemasından çok bu sufi sınıfın elinde tuttuğunu görebiliriz. Bu iki grubun ileriki yıllarda zaman zaman sertleşen zaman zaman yumuşayan fakat sürekli bir mücadele içinde bulundukları bir gerçektir.
Osmanlı devletinin kuruluş aşamasında büyük hizmeti olan Türk soylularının bu dönemden sonra gulam ve köle kaynaklı veya devşirme olarak devlet yönetiminde görev almış olanların etkinliklerinin artması sonucu söz haklarının azalması başkaldırıya bir sebep olabilir. Şeyh Bedrettin hazırladığı harekette kendisi gibi eski Türk soylularından olmakla Rumeli grubunun (Türk soyluları) ihtiras ve ümitlerine cevap vermek istiyor ve giderek sönmeye yüz tutmuş olan eski gazi saltanatını ihya etmeye çalıyordu. Bu bakımdan hazırladığı harekata çok miktarda Türk soylusunun katılması sağlandı.
Yarınlarına güvenle bakamayan toplumsal ve ekonomik bunalımlar içinde yaşayan Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan halk da Şeyh Bedrettin’in etrafında toplanmışlardı. Şeyh Bedrettin isyanına katılanlar esas itibariyle Anadolu ve Rumeli tımarları elinden alınan sipahiler ve Balkanlar’da ve mıntıkalardaki gazi sınıfı ile eski Hıristiyan feodallerdi.
Fetret devrinin sonuna doğru Osmanlı Devleti korkunç bir ekonomik krize girmişti. Bir taraftan Timur yağmalamalarının sonucu diğer taraftan Fetret devrinin çatışmaları üretim araçlarının tahrip etmesi sebebiyle meydana gelen kıtlık ve bir de fetret devri sebebiyle devletin fütuhat gelirleri ve ganimetler tükenmiş ve her kesimde büyük bir işsizler ordusu türemiş ve halkta büyük geçim sıkıntıları başgöstermişti.
Halk fetret devrinde, siyasal düzenin bozulmuş ve siyasal otorite zayıflamıştır. Bu sebeple eşkiyalık ve soygunun artması sebebiyle çiftlikler dağılmış ve halk büyük kitleler halinde Rumeli yakasına göç etmek zorunda kalmıştı. Örneğin ayaklanmanın ilk başladığı yer olan Karaburun halkı arazisinin tarıma elverişli olmaması yüzünden denizcilik yapıyordu. Karışıklık yüzünden denizcilik de yapılamadığı için bir çok insan işsiz kalmış ve ekonomik sıkıntı içinde yaşıyorlardı.
Halkı canından bezdiren çok sayıda sebep vardı. Daha Yıldırım Beyazıt zamanındana başlayarak devlet yöneticilerinin halka yabancılaşması ve yönetici kadronun ahlak yönünden bozulması kitleleri derinden etkilemiştir. Beyazıt döneminde rüşvet yiyen bir kadıyı Beyazıt’ın gazabından bir soytarının kurtarması olayı, gerek rüşvet yiyen ve gerekse böyle ağır bir toplumsal suçun bağışlanmasındaki hafiflik, Osmanlı sarayının gerçek durumunu ortaya koyuyordu.
Fetret devrinin ortaya çıkardığı karışıklıkların durulmaya başlaması ve şehzade kavgalarının bitmeye başlaması ile devlet ve toplum artık yeni bir düzen ve huzur arayışına başlamıştı. İşte böyle uygun bir ortamda Şeyh Bedrettin kendi ideallerini gerçekleştirmek için faaliyete geçti. Ancak Edirne’den İznik’e sürüldüğünden beri faaliyetleri kontrol altında tutulduğu için bu faaliyetlerini bir gizlilik içinde ve güvendiği adamları aracılığıyla yürütüyordu.
Bu harekete katılan kitlelerin temelini Şeyh Bedrettin’in kendi müritleri oluşturuyordu. Bedrettin’in müridlerinin büyük çoğunluğu Alevi-Bektaşi inançlı Türkmenlerdi. Osmanlı devletinde sürekli başkaldıran ve her defasında bağışlanan Müslüman ve Hıristiyan aristokrat beylere karşı gösterilen hoşgörü Türkmenlerden esirgenmişti(Yetkin,1974). Bedrettin’in bu isyan hareketine o bölge akıncılarının da katılması sebebiyle Balkanlar’daki akıncı kumandanı Beylerbeyi Mihaloğlu Mehmet Bey, şüphe üzerine Tokat kalesine hapsedildi. Şeyh Bedrettin ayaklanması sırasında padişahlık iddiasında bulunmuş ve böylece seçtiği siyasal sistemin ve devletin şeklinin teokratik ve mutlakiyetçi bir devlet olacağını açıkça ilan etmişti. Aynı şekilde saltanatın babadan oğula geçen veya hanedan esaslarına dayandığı bir devlet olması gerekecekti.
Şeyh Bedrettin, bilgi ve zekasıyla Rumeli ve Anadolu’da büyük bir kitleyi kendisine bağlamıştı. Dini yönden olağanüstü etkilediği bu kitleler onu tarikat şeyhleri olarak görüyorlardı. Aralarında Bedrettin’i peygamber olarak görenler de az değildi. Peygamberlik iddiasının doğru olamayacağını düşünüyoruz. Buna belki kurtarıcı Mehdi demek daha doğru olabilir. Zaten peşinden sürüklediği kitlelerin çoğunluğu Mehdi inancını benimseyen dinsel gruplardır.
Bedrettin, düşüncelerini gerçekleştirmesinde kendisine yardımcı olacak Sakız Adasının Karşısındaki Karaburun’u teşkil eden Stylaryus dağında doğan mutaassıp ve heyecanlı Börklüce Mustafa’yı kendisine kethüda, vekil ve dini teorilerinin yayıcısı edindi. Bu kişi de kendisini baba ve ruhani ilan etti. Bundan dolayı taraftarları ona “Dede Sultan” adını verdiler. Yine Şeyh Bedrettin’e Torlak Kemal adında birisi de yardımcı oldu. Bu kişi büyük partilere bölünmüş ve Asya’da bu mezhebi yaymak için dolaşan dervişlerin başına geçti.
Bedrettin’in planlamasına göre Börklüce Mustafa yoksul halkı elde etmeye çalışırken , diğer taraftan Torlak kemal isimli derviş de Alevileri kandırmaya çalışıyor ve bu maksatla Manisa yöresinde faaliyet gösteriyordu.
Börklüce Mustafa kendisine bağladığı Aydın’ın ileri gelenleri ile aydında isyan etmiştir. Bunun haberini alan Bedrettin Mehmet Çelebi’den hacca gitmek için izin istemiş fakat izin verilmeyince kaçmıştır.
Nitekim Börklüce Mustafa eylemin düşünsel temelini şöyle açıklamıştır: “ Yiyecek, giyecek ve ekilmiş tarlalar ortaktır. Ben senin evine kendi evim gibi, sen de benim evime kendi evim gibi girip çıkarsın, kadınlar müstesnadır.”
Yine Börklüce Mustafa Aydın çevresindeki insanlara şu düşünceleri aktarıyordu: “Herkes emeğinin karşılığını alacaktır, hem de eşit olarak alacaktır. Fakat hastalar, sakatlar yani emek harcayamayanlar ne olacak? Bunlar aç mı kalacak? Mülk ortak olduğuna göre onlar da haklarını alacaklardır. Burada sadece asalaklara yani başkalarının sırtından geçinenlere yer yoktur. Onların olmadığı yerde zaten zenginlik ve fakirlik kavramları da yoktur.
Bedrettin ve dava arkadaşlarının gizli amaçları, Avrupa ve Asya’da bir hükümet kurmak olduğundan Hıristiyanları, özellikle imparatorları ve padişahla iyi geçinen Rumları elde etmekti. Bunun için Börklüce Mustafa’nın müritlerinden birkaçı Sakız Adasına giderek Giritli keşişi ziyaret ettiler. Bunlardan birisi rahibe: “Ben de senin gibi bir keşişim. Senin Allah’ına ibadet ediyorum. Geceleyin deniz üzerinden yürüyerek seni görmeye geldim, dedi ve keşiş buna inandı.
Şeyh Bedrettin,Torlak kemal ve Börklüce Mustafa’nın ayaklanmaları üzerine önce Kastamonu’ya oradan Sinop üzerinden Kefe’ye ve sonra Eflak Voyvodası’na ulaşmıştır. Bu ayaklanma ile Türk hakimiyetinden kurtulacağı ümidine kapılan Voyvoda’nın sağladığı olanaklarla tekrar Osmanlı topraklarına giderek Silistre ve Dobruca üzerinden Deliorman’a gelmiştir. Burada kazaskerliği sırasında kendilerine tımar verdiği sipahiler, medrese talebeleri, akıncılar ve makam dağıttığı diğer hükümet mensupları kendisini coşkuyla karşıladılar.
Bu arada Börklüce isyanını bastırmak için görevlendirilen İzmir sancak beyi Aleksandr’ın Börklüce yandaşları tarafından Stylarius geçidinde yenilgiye uğratılarak öldürülmesi üzerine asiler cüretlerini artırdılar ve ayaklanma ülke çapında bir olay haline geldi. Bunun üzerine Şeyh Bedrettin Deliorman’da bir konuşma yaparak şunları söylemiştir: “ Bundan sonra bana gelin, bana bağlanın, padişahlık bana verildi. Yüryüzünde ben halife olsam gerek, Her kime sancak ve subaşılık gerek , gelsin benim yanıma. Her kimin ne maksadı varsa gelsin. Bundan sonra huruç sahibiyim. Börklüce Mustafa dahi Aydın ilini hurç etti. O dahi benim müridimdir. Benim için huruç etmiştir.”.
Çelebi Mehmet, bu olay hakkında gerekli bilgiyi alınca Saruhan Valisi Sisman’ın bunların üzerine yürümesini emretti. Sisman, 6 Bin mürit tarafından savunulan Stilaryus Dağı geçidinde bütün askerler ile birlikte öldürüldü. Bu başarı bunların ataklarını artırdığından bir çok kimse bunlara uydu. Eşitlik düşüncesini savunan bu grup, padişah fermanları ve İslam kanunları ile teyid edilmiş gelenekleri yasakladılar ve kendilerini Hıristiyanlara benzettiler. Ayrıca aynı kumaştan yapılmış tek tip elbise giymeye ve baş açık gezmeye karar verdiler.
Sultan Mehmet, bunların çoğalmasından ve amaçlarına ulaşmasından endişe ettiği için Saruhan ve Aydın Valisi yapılan Ali Bey’e bu iki eyalette toplayacağı kuvvetlerle bunlara hücum etmesini emretti. Ali Bey’in akıbeti Sisman’dan pek farklı olmadı ve düşmana yenildi, askerlerinden birazı ile Manisa’ya zor kaçabildi.
Bu durum Çelebi Mehmed’i hızlı tedbir almaya zorladı. Henüz 12 yaşında Amasya Valisi olan oğlu Murad’ı Asya ve Avrupa eyaletlerinin bütün kuvvetleri ile bunların üzerine yürümeye ve yok etmeye memur etti. Murat, Bayezıd Paşa ile hareket ederek erkek, kadın, genç, ihtiyar demeden yoluna kim çıktı ise hepsini kılıçtan geçirdiler. Sonunda Börklüce Mustafa’nın hükümet merkezi olan Stylaryüs Dağı yakınında bir savaş yapıldı. Bu kanlı savaşta telef olmayanlar esir edilerek Ayasluğ(Seçuk)a getirildiler. Börklüce Mustafa’yı yolundan döndürmek için kullanılan bütün şiddet vasıtaları boşuna gitti. Yapılan en korkunç işkenceler, müritleri inançlarından döndüremedi. Börklüce Mustafa’nın ölümü de müritleri etkilemedi.
Mustafa’nın ortadan kaldırılmasından sonra Beyazıt Paşa, Şehzade Murat ordusunu Torlak Kemal üzerine yönlendirdi. Onu 3 bin dervişi ile birlikte Manisa’da yendi. Torlak Kemal kendisine en içten bağlı müritleri ile birlikte asıldı.
Şehzade Murat ile Beyazıt Paşa boğazdan geçerek Şeyh Bedrettin’i Serez yakınında yenerek esir ettiler. Sonra Serez’e Çelebi Mehmet’in yanına getirerek yargılanmak üzere bir eve kapattılar.
Osmanlı kaynaklarına bakılırsa Şeyh Bedrettin’in Deliorman bölgesinde yakalanmasından ümidi kesen Şehzade Murat ve Beyazıt Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri çaresiz kalınca Beyazıt Paşa, mürit olmaya gelmiş kişiler kimliğiyle şeyhin kuvvetleri arasına gizlice yolladığı casuslar vasıtasıyla toprak sahiplerine topraklarının iade edileceği konusunda teminat vermesini sağlamış, bunun üzerine bu kişiler Şeyh Bedrettin’i terkedip Osmanlı kuvvetlerine katılmışlardır. Ne garip tecellidir ki, isyan sırasında Şeyh Bedrettin’i yakalayıp Osmanlı kuvvetlerine teslim edenler, başlangıçta onu destekleyen ama kendilerine vaat edilen topraklar karşılığında ihanet etmekte bir beis görmeyen işte bu Müslüman sipahiler ve Hıristiyan feodallerdi. Böylece taraftarlarının büyük bir kısmını kaybeden şeyh, müritleri olan Kalenderilerle tek başına kalmış, bu dervişler Osmanlı kuvvetlerine karşı canla başla karşı koyarak kanlarının son damlasına kadar şeyhlerine sadık kaldıklarını göstermişlerdir.

Yargılanma ve İdam
Davanın görüleceği gün, Divan-ı Hümayun alışılagelmiş usulüyle toplandı. Divanda görevli memurlar yavaş yavaş yerlerini aldılar, hizmetliler çevreyi usulüne uygun bir şekilde düzenlerken herkes rütbelerine uygun yerlere yerleşti. Herkes usulüne uygun selamlaştıktan sonra yerlerine oturuyor ve vezir-i azamın gelmesini bekliyorlardı. Az sonra bütün azamet ve görkemiyle vezir-i azam divana teşrif etti. Herkes mutlak saygı ve sessizlik içinde sultanı beklemeye başladılar. Sultan divana ihtişamla girdi. Veziri-i Azam ve Beylerbeyi Beyazıt Paşa sultanın sağında, ikinci vezir Çandarlı İbrahim Paşa ile Vezir Hacı İvaz Paşa, onun solunda oturmuşlardı. Sultan, izin verince duacı Fetih Suresini ve duasını okuduktan sonra sultan, yargılamanın başlamasını emretti. Bostancı ve aseslerin arasında Şeyh Bedrettin Divan-ı Hümayun’a getirildi. Bu sırada Sultan ile Şeyh Bedrettin arasında şu konuşma geçti:
Tezkireci önce Bedrettin’in dini görüşlerinin suç olduğunu açıkladı, sonra sanığın devlete karşı ayaklandığını ve düzeni ortadan kaldırmak istediğini ve sonunda Osmanlı Devleti yerine yeni bir devlet kuracağını, padişah olmak istediğini söyleyerek ayaklanmanın başlaması, gelişmesi ve bastırılmasını özet olarak anlattı. Tezkireciye göre her iki suçun cezası da idamdı
Bedrettin kendisine isnat edilen suçları reddetti. Kendisi dine karşı değildi düşünceleri İslamiyet’e aykırı olmayıp içtihat etmişti. Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerime ve Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’i’in gösterdiği yola inanıyor ve onların kutsallığını kabul ediyordu. Ona göre suçlama doğru değildi. Padişahla buluşmak üzere Ağaçdenizine gidiyor, yolu Zağra illerine düşüyor, Padişah Bedrettin’i kendi üstüne gelecek sanarak iki yüz kişiyle kapıcıbaşını yolluyor ve böylece ayaklandığını sanıyor. Onun için suçsuz olduğunu ve cezalandırılmaması gerektiğini savundu.
Şeriata göre iddia edilen rafizilik suçundan beraati gerekiyordu. Fakat ayaklanma fiilen sabit olduğundan ve bu husus sanığın itirafıyla da kesinlik kazandığından Şeyh Bedrettin ayaklanma suçundan hem şer’an hem de örfi hukuka göre cezalandırılması gerekiyordu.
Örfi hukuka göre isyan suçuyla itham edilenler yargılanmadan idam edilebilirken kendisinin Rumeli fatihi evladından(Türk soylusu) ve yüksek alim ve düşünür bir kişiliğe sahip olmasından dolayı hemen öldürülmeyerek yargılama usulü tercih edilmiştir. Karar kendisine sorulmuş o da yargılamanın adil olduğunu kabul etmiştir.
Mehmet Çelebi, Bedrettin’in bilimsel ve düşünsel kişiliğine duyduğu saygıdan dolayı cezasının ulema tarafından verilmesini istemiştir. Mevlana Haydar adında bir bilginden Bedrettin için bir fetva alınmıştır.
Mevlana Haydar, yapılan tartışmanın sonunda edindiği kanaati bir fetva halinde sultana bildirdi: “ Kanı helal ve fakat malı haramdır”, böylece davanın yargılama ve tartışma safhası bitmiş ve hüküm kısmına gelinmiş oluyordu. Gerek İslam hukuku yani şeriata göre ve gerekse Osmanlıların uyguladığı örfi hukuka göre, devlete karşı ayaklanmanın cezası idamdı. Bu özellikle ulemanın siyaseten katl cezalarına muhatap olduğu ağır suçlardan biri ve en önemlisi durumundaydı. Divan-ı Hümayun üyelerinin hepsi oy birliği ile sanığın suçlu olduğunu ve katli gerektiğini bildirdiler. Bundan sonra son söz sultana aitti. Sultanın kararı da Divan-ı Hümayun üyelerinin görüşü doğrultusunda oldu. Böylece Şeyh Bedrettin idam cezasına mahkum edildi.


Osmanlı yargılama usulüne göre Divan-ı Hümayun’un verdiği kararlar hemen yerine getirilmek gerekmektedir. Sultanın fermanı yazılıp nişancı tarafından mühürlenmesinden sonra Şeyh Bedrettin'’n namaz kılmasına izin verildi ve sonra infaz işlemine geçildi. 1415 yılının Şevval ayında bulunduğu yerden alınarak bir ata bindirilerek infaz yerine getirildi ve Serez çarşısında asılarak idam edildi.


   

 

 
 

 

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol